Bugün size Cemal Süreya'nın bir yazısını paylaşayım. GS'lılık hakkında ne de güzel konuşmuş. Gerçekten de öyle FB'lilik din ise GS'lılık Tarikattır. Bu Mason Nakşi ateist olabilir ama farklıdır daha koyudur tutkuludur!
Milli ligin kuruluşundan
sonra, doğal olarak, üç büyük kulübe Anadolu’dan yeni transfer akışı azalmaya
başladı. Hatta, işin bir yerde sonunun geldiğini varsayanlar da var. En iyisi
bunun kolay bir önyargı olduğunu söyleyerek konuya girmek.
Galatasaray
taraftarı ayrık kişidir: çoğu zaman toplum içinde “ayrılmış”, ya da kendini
“seçilmiş” sanan bir kişi. Köşeye itilmiş değil, ayrı düşmüş.
Roman kişisi.
Posterini
Fenerbahçeli gibi başucuna koymaz; Beşiktaşlı gibi arabasının camına
yapıştırmaz. Hem posteri değil, albümü var onun: yastığının altında saklar.
Albümünü kıskanır. Bu yönleriyle ilginçtir ve öbürlerinden hemen ayrılır.
Bütün
Fenerbahçelilerin ve bütün Beşiktaşlıların ortalaması alınabilirse, ortalama
yurttaşın profili çıkar karşımıza.
Ortalama
Galatasaraylı üzerine düşünüyoruz ya, gerçekte. Galatasaraylı tip, Türkiye
yüzeyinde hiçbir ortalamaya girmez. Bir marjinal, bir Vatikan, bir Halet
Efendi, bir yara, bir düş kırıklığı, bir üstünlük, bir başarılar zinciri, bir
doğal yapaylık, bir insan sesi… Maç günleri dışında enikonu soğukkanlıdır.
Kibardır; hiç küfretmez, şemsiyesi her an hazır.
Gizli çılgın.
Drama içindedir.
Bilir:
Fenerbahçe’nin baba’ları, Beşiktaş’ın dayı’ları, Trabzonspor’un sahipleri
vardır; kendi kulübünün ise, yöneticileri… Galatasaraylı kendini kulübüne
ilişkin görmez, sanki kulüp ona ilişkindir.
Fenerbahçeli
doğulur.
Galatasaraylı
olunur.
Kulüpte neler
oluyor, yönetim kurulu, hatta onur kurulu üyeleri kimlerdir, bunları bilir.
Menacerle antrenör, onunla da teknik direktör arasındaki ayrımları iyi
değerlendirir. Rakip takımı nesnel biçimde irdeler. Fenerbahçeli’nin tavla,
Beşiktaşlı’nın dama (Trabzonlu’nun “sağlam” dokuz taş) oyunculuğu karşısında,
satranççıdır o; Fenerli gibi yalnız kendi pullarına, Beşiktaşlı gibi yalnız boş
karelere bakarak oynamaz; karşı hamleleri de izler. Stadyumda oyuncular değil,
masa başlarında taraftarla karşılaşsalar, şampiyonluk her zaman Galatasaray’ın
olurdu.
Bizans’ta Nika
isyanına (532) yol açan olayların içinde Galatasaraylılar da (yeşiller) vardı;
ama mutlaka. General Belizarius’la birlikte o isyanın bastırılmasında da
onların katkıları oldu. Sonuçta hipodromda 30 bir Fenerli ve Beşiktaşlı
öldürüldü.
Bugün de serbest
giriş kartlarından en çok yararlananların Galatasaray taraftarları olduğunu
söyleyemez miyiz?
Anadolu’da
genelde Galatasaraylı olmak bir tepki sonucudur: Galatasaraylı olma süreci bir
azınlık ya da ayrıcalık itisinin verimleriyle beslenir. Yalnız kişidir
Galatasaraylı. Küçük, hatta görünmez tatlara fena alışmış gibidir. Değişik
içkiler arar. İşyerinde ve çarşıda bir saygınlığı vardır. Ne var ki bu durumunu
evde her zaman sürdürmesi zordur. Çünkü eşi ve çocukları Fenerbahçeli’dir. Her
fırsatta “Brezilya Milli Takımı’nın dünyanın Fenerbahçe’si” olduğunu
söyleyiverirler.
Ortalama
Galatasaraylı’nın soyluluk ya da yücelik tasladığını söylemek istemiyorum.
Olduğu kadarıyla ve kişisel nitelikleriyle öyledir de. Ama genelev kadınlarının
çoğunun Galatasaray taraftarı olduğu da sık sık vurgulanmıştır.
Galatasaraylı’da
seçkinlik ve dışlanma duyguları iç içedir. Milletvekilleri, tiyatrocular,
eşcinseller, bankacılar (özellikle bankacılar), yayımcılar… Bütün bir
Galatasaraylılar kitlesi için de bu duygunun belirleyici öğe olduğunu
söyleyebiliriz. Galatasaraylı güç ve güçsüzlük gerçeğini, bencillik ve panik
duygularını birbirine sarmalamıştır.
Fenerbahçelilik
bir dindir, Galatasaraylılık bir tarikat. Ortalama Galatasaraylı
Nakşibendi’dir; Sünni mason; Tanrıtanımaz mürit.
Her şeyde kendine
göre bir düzey arar. Yalnız ödül kazanmış kitapları alır. Cüzdanındaki yüz
liraları bile törenle çıkarır. Çalıkuşu’ndaki Kâmuran’ı anımsatır.
Beşiktaşlı’yı nedense küçümser; Fenerli dostlarının yanında hoşgörü
sözcükleriyle konuşur. Aslında diyalog değil, sayrılı bir monolog içindedir.
Kulüp yönetimini başkalarına karşı her zaman savunur.
Geçmişiyle
fazlaca övünür. Ve geçmişi, mutlaka okula bağlar. Evliya Çelebi’nin anlattığı
öyküyü kendi adına zenginleştirmek için çırpınır. Gül Baba, Fatih Sultan
Mehmet’e güller sunmuş; bunlar sarı kırmızı güllermiş… Oysa ki Evliya’da
sarı-kırmızı diye bir şey yok. Ama Galatasaraylı geçmişe sahip olmak için çok
şey yapabilir. Hakkıdır da. Evet, roman kişisi.
Fenerbahçeli
bağıra bağıra çoğalır; Beşiktaşlı çığlıklarla tükenir. Galatasaraylı’nınsa
ağzında, yerine göre alaycı, yerine göre çocuksu bir gülümseme vardır. O
gülümseme alt dudağın bir yanını aşağı çeker. Galatasaraylı o sırada aynaya
bakmaktadır: Cici Necdet mi, Sezar Borjiya mı?
Cemal Süreya -
99 Yüz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder