16 Kasım 2010 Salı

İp Başkanın Boynunda

      Bir çokları gibi bende takımım başarısız zamanlar geçirdiğinde TV'lara bakmıyorum. Gazeteleri, GS başarılı iken de okumuyordum zaten. Ülke de basın anlamında ezildikçe eziliyoruz ve bunu sağlayan da sağolsun Adnan Polatın kendisidir. Elim yazı yazmaya gitmiyor. GS için olumsuz  kötü  konnular yazmak istemiyorum. Ama buraya genelde hep bol ünlemli yazılar yazmak zorunda kaldım. Bunlar GS'ın gerçeğiydi. Teker teker  tüm yazdıklarımı hatırlatacak veya -ben demiştim- diyecek değilim. Zaten dediğimiz at ile deve değil. Tüm GS'lıların gördüğü gerçeklerdi. Yorumculardan farkımız, biz bir şeyler yazarken kıçımız başımız oynamıyor. 

      Rijkaard 6 ay önce bu takım kalitesiz dediğinde yönetim bir panik havası ile "hoca öyle demek istemedi"  diyordu. Bana da bir çok kişi "ağabey Rijkaard'ı savunuyorsun ama orada ayıp etti bu takım kalitesiz mi allah aşkına" diyenler oldu bolca. Ki Rijkaard bunu Mayıs'da söyledi. Aradan zaman geçti. Ağustos'da hala Rijkaard eleştiriliyordu -takım kalitesiz dedi- diye. Ki şunu belirtmek istiyorum. Geçen sene, yani 2009'un Eylül ayında GS altıda altı yaparken Rijkaard ile bir röportaj yapılmıştı. "Takım 6 da 6 yaptı Avrupa'da dolu dizgin gidiyor Barcelona gibi bir takım geliyor mu? Bu sene avrupa şampiyonluğu gelir mi?" diye sorduklarında Rijkaard "takımda çok eksiklik var,  iyi oyuncularla iyi oyunu hazırlarsınız" gibilerinden bir kaç söz söylemişti. Biz o zamanlar bunu, "taraftarın fazla gaza gelmemesini sağlıyor ki beklentileri büyütmesinler"  diye algılamıştık. Aslında direk takım kalitesinden o zamanlar bahsetmişti. Şimdi Hagi "takım kalitesiz" diyor. Ve Rijkaard'ı eleştiren o maça gitmeyen yorumcular  bu kez,  "GS bu kadrosu ile daha ileri  gi-de-mez" diyorlar:)  "Hagi doğru söylemiş" diyorlar, diyorlar da diyorlar. Yüzsüzlük diz seviyesini geçmiş durumda. Çünkü bu ülkede dediklerinden sorumlu değildir insanlar. Bir dediğini ertesi gün yalanlayabilirsin. Ki yalanlamana bile gerek yoktur çoğu zaman. Çünkü kimse sormaz bile sana bunları. Zaten o yorumculara baktığımda, direk Lombak karakterini görüyorum ben. 

      GS'ın sorunları ile ilgili bir çok saptama yapılıyor. Mesela deniyor ki Arda kaptanlığı kaldıramadı. Yaş dolayısı ile yetmedi gücü. Alakası yok. Tugayda 24 yaşında GS kaptanı idi. Çok güzel de yaptı o kaptanlığı. Sonrasında devretti Bülent'e o bandı. -Arda kaptanlığı kaldıramadı- dan ziyade, Arda'ya kaptanlık ne anlamda verildi onu düşünmek lazım. Misal Cüneyt kaptan zamanları, takımdaki bir disiplinsizlik esnası Kaptan kendi yetkisini kullanarak, bazı oyuncuları cezalandırabiliyordu. Kadro dışı bile bırakabilme hakkı vardı. Hele Fatih Terim'in kaptanlığı zamanı cebir bile kullanıldığı söyleniyor. Arda'nın kaptanlığındaki yetki neydi acaba? Arda'ya kaptanlık bir süs bitkisi gibi verildi. Takımda sorumlulukları ve yetkileri futbolculara anlatılmadı. Sonuçlar da ortada zaten. Takımdaki bazı tiplerin Arda'yı dinleme ihtimali bu ortamda sıfır. Doğal liderlik olayı hikayedir. Ne kadar doğal lider de olsan yetkin yoksa, takımda söz hakkın da olmaz. Bu konuyu çok uzatmaya gerek yok. Arda'nın kaptanlığı becerememesinin sebebi bile Adnan Sezgin'dir. Çünkü "futbol konusunda her boku bilmem lazım" diyip, bazen kaptan ile futbolcular arasında kalması gereken olayları bile öğrenmek için mücadele edip, takım üzerinde kendi muhbirlerini yaratıp, etkisinde tutmaya çalışan bir Adnan sezgin ve onu etkisi altında tutan bir Adnan Polat söz konusu. Arda vitrindeki süs bitkisiydi.

      Şimdi "Başkan istifa etmeli, kongreye gitmeli yeni ve daha güçlü bir liste kurup gene aday olmalı" diyenler de var. Ki süreci tam bilmesem ben de aynı fikirde olabilirdim. Çünkü GS yönetim kurulu da çok güçsüz durumda. Yönetimde, camiada etki sahibi insanlar yok ve düşünceleri daha farklı boyutta işlemeye başlıyor bir zaman sonra. Oysaki ne kadar büyük lider olursan ol, ekibinin de güçlü olması gerekiyor. Atatürk kurtuluş savaşına çıktığında bu savaşlar esnası, yanındaki arkadaşlarına, kurmaylarına bir bakın bakalım. Hepsi değerli insanlar. Öyle Atatürk'ün her dediğine emme basma tulumba gibi kabul eden değil, arada kendi doğrularını dayatan insanlardı. Adnan Polat'ın ekibine bakıyoruz, bir kaç isim dışında  bu anlamda isimler aklımıza gelmiyor ne yazık ki.

      Adnan Polat bence istifa etmeli ve tekrar adayda olmamalı. Çünkü sportif başarı beklentilerini boşa çıkarması dışında, bu taraftarın başını öne eğecek  ve düzeltemeyeceği işlere de imza attı. En basiti ilk akla geleni medya karşısında GS'ın en çok ezilmesine sebep olan başkandır kendisi. Özhan Canaydın (toprağı bol olsun) sportif anlamda başarısız bir başkandı ama medyada  GS hakkında birileri yazı yazacağı zaman iki kez düşünürdü. Adnan Polat zamanı ise geçtim basının, köşe başlarını tutan sağlam kalemlerini, 30 yaşından gün almamış adamlar bile rahat rahat GS spor klübüne, başkanlık makamına, kutsal değerlerine rahatlıkla hakaret etmeyi doğal bir gerçek olarak gördü. Başkan da bunlara karşı gücünü kullanacağına, bir de ayaklarına gitti. O anlamdaki süreci de hepiniz biliyorsunuzdur. 

      GS başkanlık makamının değerini düşürdü Adnan Polat. Biri ile samimi olabilirsin ama topluma açık yerde sen Adnan Polat değil, "GS başkanısın" ona göre davranacak ona göre davrandıracaksın. Bu Eylül başında NTV'ye çıkıp programa katıldığında, Rıdvan Dilmen, yarı kaykılmış, bacak bacak üstüne atmış, bir dirsek masada, asker arkadaşı ile konuşur gibi  yavan yayvan konuşuyordu. Ama aynı adamlar, Aziz Yıldırım'la konuşurken  bir şeyi öğrendim. Otururken de insan saygı duruşunda durabiliyormuş. Sinan Engin, Rıdvan Dilmen farketmez, bu patlak ağızlı adamlar, Aziz Yıldırım karşısında sesleri bile net çıkamayacak şekilde  saygı duruşunda oturarak konuşabildiler. İşte Adnan Polat bunu bile beceremedi. Hürriyet olayına girmiyorum zaten. Artık GS'ın haklarını GS Yönetimi değil, GS'lılar korumaya başladı. Prekazi bir yerde Mehmet Ali Birand bir yerde, artık yapılan densizliklere dayanamayıp tepkilerini koymaya başladılar.

       Bütün bunları geçtim, kendine yapılan küfürlere bile tepki veremedi. Kadınlar basketbolda son oynanan Cumhurbaşkanlığı kupası maçında GS-FB karşı karşıya geldi, Abdi İpekçi spor salonunda. FB'li taraftarlar Adnan Polat'a küfürler ederken, yanındaki Murat Özaydınlı  gıkını çıkarmadı. Bunun şikayetini bile yapamadı Başkan, Murat Özaydınlı'ya. Ama GS seyircisi Aziz Yıldırım'a küfür edince, birden kalktı ve tepki verdi, kendi seyircisine  el hareketleri yaptı, salonu terketti. Taraftar salondan çıkarıldıktan sonra, yarısı FB'lilerle dolu salonda,  kadın basketbolcularını onların eline bırakan, onların koro halinde küfür yemesine müsaade eden Adnan Polat, kankisi Aziz Yıldırım'ı daha çok önemsediğini orada da göstermiş oldu.

      Şimdi bu olaylar belli iken, Ali Samiyen stadını hala FB'liliği bilinen bir adama emanet eden, ısrarlara rağmen bundan vazgeçmeyen bir Başkanın, güçlü isimlerle kuracağı yönetim kurulu sonrası, değişebileceğini beklemek hayalcilikten öte bir ruh hali ister. Bu arada Adnan Polat'ın hatalarından da bahsetmiyorum, bunu belirtmek isterim. Bunlar hata değil çünkü. Hatalara girersek zaten bu yazının sonunu kimse getiremez, bunu da biliyorum. Burada bahsetmek istediğim, Adnan Polat'ın da GS'ın başkanlığını uzun zamandır bıraktığı ama Aslantepe'nin açılışına kadar GS başkanı kalmak için direneceğini, Aslantepe dükkanları, restoranları için ihalaleleri yapacağını, "Stadı açan başkan" olarak anılıp çekileceğini düşünüyorum. Bu yüzden de GS'da olası bir seçim, ancak Şubat'ın sonuna doğru mümkün olabilecektir. 

       Mustafa Yücedağ'ın dillendirdiği, sabotaj olayından onlarında haberdar olduğunu,  "biraz bekleyelim, devre arası neşteri vururuz, o zamana kadar geri kalmayalım" gibi güdük düşündüklerini ama o güdük düşüncenin onları şu an boğdunun farkına varabildiler mi acaba? FB beraberliği, Antalya galibiyeti sonrası uykuya geçecek kadar GS'dan habersiz değillerdi sanırım. Şimdi Adnan Polat Aralık ayından itibaren, bir çok oyuncuyu gönderir. Son 10 yıldır ilk kez yerli oyuncu transferi için para ödemeye başlar. Yeni kadro kurar, herşeyin düzeleceğini sanır. Taraftarı belki kandırabilir ama artık Genel kurulu da taraftarın bilinçli kısmını da kandıramaz. Kısacası Adnan Polat kendi ipini çekmiş durumda, ayakları yerden kesildi, ne kadar yaşayabileceğinin hesabını yapıyor.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Daha fazla Servet, Daha fazla Mustafa

        Şimdi bir çok kişi, "Yahu takım iyi yola giriyor. Sakatlar dönünce daha iyi olacağız kazıma takımın altını" diyebilir. Ama arkadaşlar unuttuğunuz bir durum var. Skibbe geldi ilk 6-7 hafta bu takım süper oynadı sonra çöktü. Oyuncular takımı sabote etmeye başladı. Skibbe gönderildi, yerine kaptan Bülent geldi. Kalli'ye soyunma odasında postalar koydu. "Hocayı satanları takımdan göndermezseniz bu takım ligi 5. bitiremez" diyen Kalliye inat birleşme sağlandı. Tribün buna ses çıkarmadı. Bordo maçını üstün ve azimli bir oyunla kazandık. Herşeyin üstü örtüldü ve ondan sonra GS çöküşe geçti. Kalli haksız çıktı ligi 5. bitirebildik. 


      Rijkaard geldi takım gene ilk 6-7 hafta süper oynadı. Hocaya kendini göstermeye çalışanlar  direnç gösterdi sahada. Sonra gönülsüzlük, kendini maça tam verememek devreye girdi. Rijkaard da gönderildi. Şimdi Hagi geldi, iki maç ile her şey örtüldü. Ama sonumuz gene aynı olacak diye korkuyorum.

      Böyle demiştim  Antalya maçından sonra "Bittimi Her Şey?" başlıklı yazımda. Ben demiştim demeyi sevmem ve şu anda da demiyorum. Zaten bunu diyen sadece ben değildim. GS'da, gönlü herşeyden bağımsız olarak, çıkar gözetmeden GS için çarpan herkesin gördüğü ve dediği konulardı bunlar. Klasik olarak takım bir tepki verdi 2 maçlığına (ki aslında 1.5 maçlık verildi o tepki), Şimdi gene esasa dönüş. GS'ın kadrosu kalitesiz arkadaşlar, K a l i t e s i z. Belki tanıdık gelmiştir sizlere bu kelime. Hatırlamayanlar için, geçen senenin son maçına dönmelerini rica ediyorum. Maç sonrası o zamanki hocamız F. Rijkaard maç sonrası basın toplantısında "kadro Kalitesiz" demişti. Çok da tepki gördü. "yahu bu takımın defansı milli takımın defansı!!!" diye zıplayanlar oldu. Şimdi o zıplayanları TV'deki koltuklarında, GS'ın kadrosu yetersiz derken görüyoruz.

      Evet nerde kalmıştık, GS'ın kadrosu Kalitesiz arkadaşlar.  Türkiye'de eğer şampiyonluğa oynayacak bir takım kuracaksanız -branş ne olursa olsun- öncelikle yerli oyuncularınızı, kaliteli oyunculardan kuracaksınız. Bakın FB bunu yaptı. Kürek, Yüzme, Kadın Basketbol derken bir çok oyuncuyu, hatta bizim alt yapımızdan çıkan bizim yetiştirdiğimiz oyuncular dahil, bir çok oyuncuyu kadrosuna kattı ve başarılı büyük klüp (!) olduklarını ilan ettiler :)) 

      Her zaman dediğimi gene söyleme vakti. Arkadaşlar, GS, FB ve BJK'ın bütçelerine, gelirlerine baktığınızda, göreceksiniz ki (yayın hakları çıktığında) Dünyanın en çok geliri olan 20 futbol takımından biridir bu klüpler. Böylesine dev bütçesi olan takımlar, oyuncu yetiştirme ile uğraşmaz. Tabii ki alt yapıları güçlü olur, oradan çıkacak yıldız adaylarına kapılarını açık tutarlar (her oyuncuya değil) ama orası vitrindir. Orada en iyiler oynar. Misal Emenike'yi, gidip 18 yaşında almaz almamalı GS. Ama baktın Emenike  bu ligde iş yaptı, verir parasını alır o klüpten. Yerli oyuncuların zaten oynamak için düşündükleri ilk klüptür, bu klüpler. Milli takımda oynayan her yerliyi almak gibi bir kaygısı olmamalı yönetimlerin ama takımın hiç yabancısız olarak, 11 yerli oyuncu ile çıktığında sırıtmayacağı, hatta şampiyonluğa oynayacağına emin olduğunuz bir yeli rotasyonunu korumalı. Milli takımda oynuyor olsa bile, Servet, Gökhan, Ali Turan alınmamalı GS'a. Çünkü Milli takımlar ellerindeki havuza göre seçilir. -Bizim ülkede, iyi yerli defans oyuncusu yok- diye düşünüp o bölgeye 2 yabancı monte edilebilir. Takımında, Sabri-Serkan Kurtuluş varken Gökhan Gönül'ü almana da gerek yoktur. Ama Takımında yıllardır orta alanda Barış, Mustafa, Ayhan  gibi oyuncular varsa, M.Topal kalmaya ikna edilmeli, Hamit'i, Selçuk İnan'ı, Gökhan İnler'i, hatta Aurelio'su alınmalı, alınmaya çalışılmalıdır. Kimse centilmenlikten bahsetmesin. Parası olmayan Centilmenlikten bahseder. Parası yokken insanlar Komünist olur, para sahibi olduğu an Liberalizme direk geçiş yapar. İşte o hesap, GS gücü elinde tutuyorsa, kurallara karşı gelmeden, her türlü centilmenlik dışı hamleyi yapmalıdır gerekirse. Sanki o pek centilmen takımlar,  onrala maç yaparken bizim oyuncularımıza centilmen centilmen mi giriyorlar da bizden centilmenlik bekliyorlar? Oyunun adı Futbolsa sahada centilmen olacaksın öncelikle. Ondan sonra saha dışı için centilmenlik naraları atacaksın.

      Konuyu dağıtmadan devam etmem gerekirse, GS'da büyük bir habis ur var. Hem takımın kimyasında, hem yönetimin. GS'da her sene en az 10 transfer yapılmasına rağmen, takımdaki esas oğlanlar aynen takımda durmakta. Mesela geçen sene GS'da rahatsızlığımız orta sahaydı. BAM (Barış-Ayhan-Mustafa) dan rahatsızdık. "Bu sene, bu takımı hakketmeyenler gönderilecek" diyen Adnan Polat, revizyonu yaptı ve Keita, M.Topal, Dos Santos, Jo takımdan gitti. "Demek ki GS'ın başarısızlığı bunlar yüzündenmiş, hakketmiyorlarmış bu takımı" dedik, sessizleştik. Malum biz onlar kadar futbol bilecek değiliz ya. 

      Şimdi devre arası GS'da gene revizyon sinyalleri alınmaya başlandı. Benim korkum bu revizyon ile beraber Neill, Sabri, Baros'un hatta Misimoviç'in takımdan gönderileceğine yönelik. Bizim takımı hakketmeyenler bunlar çünkü. Gayet ciddiyim, ironi yapmıyorum. GS'ın şu anki oyununu, bulunduğu yeri hakketmeyen futbolcular, bu adamlar. Yani Baros, Sabri, Neill Misimoviç gibi adamlar. Bu takımın, bu yönetimin hatta Eski Açık'daki bir kaç Arma Sevdalısı dışındaki GS taraftarının hakkkettiği oyuncular, Servet, Hakan, Mustafa, Gökhan, Serdar gibi oyuncular. Hak edene, hakkettiği kadar değer vermek gerektiğine göre,  bu oyuncuları arttırmak lazım takımda.

      Aklıma Nasreddin hocanın Timur ile olan Fil hikayesi geldi. Hoca, Timura demiş "bize iki fil daha gönderin" diye. İşte biz de yönetime demeliyiz Bize 2'şer Servet, Mustafa, Hakan daha gönderin Adnan's haşmetmeapları!!!

3 Kasım 2010 Çarşamba

Hacı Hocadan Hagi Hoca'ya

      Bu hafta GS'ın 3 maçına gittim. Kadın Basketbol Takımımızın  Euro League maçı vardı. Fransız ekibi Tarbes ile oynadık. Erkek Basketbol Takımımız, lig mücadelesinde Tofaş ile oynadı. Haftayı, Ali Sami Yen stadında Medical Park Antalya spor ile  yaptığımız maç ile noktaladık. Bu arada gene Pazar günü Mersin'de oynanan maçta, Kadın Basketbol Takımımız, Mersin BB'yi yendi. Dört maçta  GS'ın lehine sonuçlandı. Dolayısı ile GS için verimli ve keyifli bir haftaydı. 

      Bütün bu maçlar arasında tabii ki en çok heyecanlandığım maç Futbol maçımızdı. Son dakikaları gerçekten keyifli geçti. Maçın bence dönüm noktası 70. dakikalarda Pino'nun sağ açıktan topu alıp giderken, Antalyalı oyuncunun faulüne maruz kalması, diğer Antalyalı oyuncunun ise topu sinirle, Kapalı alt tribüne doğru, hızla vurmasıydı. O andan itibaren de Ali Sami Yen tribünleri, maçın kontrolünü eline aldı. Her zamanki gibi basiretsiz Bünyamin, maçın kontrolünü elinden kaçırmışken, tribünün yarattığı  baskı, futbolcularımızın da yedek enerjilerini devreye sokmalarını sağladı. Top Antalya'da iken ıslık, bizdeyken  tezahurat yaparak adeta basket maçı temposunda bir tribün gösterisi başladı Ali Sami Yen tribünlerinde. Bu yüzden o pozisyonu, maçın kırılma anı olarak görüyorum.

      Maçın tahlilini yapacak bir durum görmüyorum. Takımın tamamı hazır duruma, en azından sağlam duruma gelmeden, Hagi'nin oynatmak istediği oyun hakkında veriler ortaya koymak, bence sağlıklı olmaz. Sonuçta orta sahaya zorunluluktan, Cana-Sarp-Barış ile çıkıyorsan, bu adamların olduğu orta sahada, alan paylaşımı, tek pas gibi kavramlardan bahsetmenin manası da yok. Yalnız ilk görülen şu ki, GS futbol takımı son 3 senedir Skibbe'nin gelişinden beri topun olduğu yerde çoğalma, bölge savunması yaparken, Hagi'nin  istediği, -herkes topun arkasında olacak- sistemine geçiş söz konusu. Umarım bu olay sadece şu an eldeki malzemeden kaynaklanmakta. Yoksa bu sistemle ne Misimoviç ne Arda ne de Kewell başarılı olamaz. Elano tribünlere daha hoş gözükecektir kuşkusuz ama onu da 70. dakikalardan sonra oyundan çıkarken izleyeceğiz. Cana taraftarın yeni ilahı olacaktır. GS taraftarının hatta Türk insanı ve yorumcularının hoşuna gidecek bir oyun sistemi osla da, bu sitem GS'ın modern futbolun efendilerinden biri konumuna gelmesi için uygun bir oyun sistemi değil.

      Uzun zamandır söylediğimiz bir tümce var. "Futbol, daha çok koşanın, topa daha çok sahip olanın kazandığı bir oyun değildir. Futbol,  futbol aklını kullananların kazandığı bir oyundur". Pino, Arda, Baros gibi adamların, geriye gelip savunma yapmasının hiç bir mantığı yok. Messi'nin kaç defa gördünüz orta sahanın diğer tarafına geçip arkadaşları ile beraber savunma yaptığını? Zaten o savunmayı yapsa Messi, Messi olmazdı. Çünkü esas görev yerinde gücü kalmayacaktı. Nitekim sıcağı sıcağına bugün Kopenhag-Barcelona maçında Messi'nin, defansına yardıma geldiğini gördük. Sonuçta Messi, defansına yardım etmeye geldiği andan itibaren, Barcelona'nın  ne topa sahip olabildiğini, ne de pozisyona girebildiğini göremedik. Etkisiz bir Barcelona, bizim için önemi büyük olan Parken stadında dolaştı durdu. Maçı bitirmeye çalıştı.

      Futbolun artık alan paylaşımı ve alan daraltılması ile oynanması gerektiğini öğrenmesi gerek bu ülke insanının, en önemlisi, bu ülke futbolcusunun ve teknik adamının. Hücumda da oyunu kanatlara yayarak alanı daraltan, rakibine karşı anti tez geliştirirken, yaratıcı oyuncularınla adam eksilteceksin. Ama savunmada da tam tersine alanı daraltacak ve rakibinin oyunu açmasına izin vermeyeceksin. Bu arada da bol bol şut çekerek,  bu dar alandaki boşluklardan ve kaleci zaaflarından yararlanmaya çalışacaksın. Futbolun tüm mantığı bunun üzerine kurulun günümüzde. Ülke futbolu ise bu gerçeklikten uzak. Oyunu genişleten takım kanatlara inse de kanattan adam eksiltmek yerine, yallah tazyik orta yapmayı tercih eder. Zaten bu arada o adam eksiltecek yaratcı oyuncuyu bulmakda önemli. Savunma desen, alanını savunmak yerine, takılır rakibinden bir oyuncunun peşine ve o oyuncu onu orta sahaya taşısa o da onunla beraber gider ve savunmasında alanın genişlemesine neden olur.

      Şimdi bu dediklerimden sonra, "Antalya maçında, GS böyle oynadı ya da hayır böyle oynamadı" deme şansımız var mı? Bence yok. Çünkü oyunu kanatlara yayınca adam eksiltecek yaratıcı oyuncularımız hala yok. Ya sakatlar, ya hasta  ya formsuz. O zaman nasıl oluyor da bu futbol şaklabanları çıkıp -Hagi böyle oynatacak- diyebiliyor? Hatta bazıları çıkıp "Trabzon maçı Hagi'nin son şansı!!" diyebiliyor? Arsızlık,  kahve muhabbetleri, artık almış başını yürümüş. Takımın başına geçeli 2 hafta olmuş bir adamın nasıl oluyor da 3. maçı onun son şansı oluyor. Terbiyesizlik artık Türk TV'lerinde ve Türk Futbol platformunda had safhada. Bu arsız ve densizlere yanıt verecek insanlar ise o ekranlardan uzak. Belki de bu daha yararlıdır ülke insanı için. Zira o ekrana çıkabilecek aklı başında biri, bu sanal efsanelerin kumdan kulelerini bir çırpıda yıkabilir.

       İşin acı yanı, bir çok insan "ben onların yorumunu kaale almıyorum" derken, bu hafta başından beri  aşağı yukarı bir çok insanın bana sorduğu soru aynıydı. "Ya tamam, Baros'u savunuyorsun da adam bir var, bir yok iki senede 19 maça çıkmış. Böyle iş mi olur?" diyorlardı :)) Yahu bu Baros dediğin adam, geçen sezon ligin 10. haftası sakatlandı 32. hafta İBB maçı ile geri döndü sahalara. Yani 22 hafta zaten oynamamış. E 44 haftada 19 maça çıkmış, 22 haftada o sakatlık. demek ki adam oldukça da istikrarlı. Üstelik Baros derken önce besmele çekmesi gereken adamlar  eleştiriyor Baros'u :))  Niang da Niang diye ortalığı yakarsın,  -her maç oynar şöyle güçlü, böyle güçlü- dersin, her maç oynayan Niang 7 gol atmış, arada maça çıkan Baros 6 gol atmış. Eee nedir o zaman  sorun sakatat Rıdvan?

      GS'ın  futbol anlamında  ilerisi için ümit vaat ettiği kesin. Potansiyeli olan oyuncularımız devreye girecek. Sıkıntı, potansiyelli oyuncular devreye girdiğind egene bazı oyuncuların halk arası tabiri ile gönül koyması, tam konsantre olamadan oynaması. GS'ın şu anki kadrosu son 10 yılın en kötü kadrosu. Ama şu da gerçek ligin en homojen kadrosu. Eskiden Galatasaray futbol takımı için "Hacı-Hoca takımı" derlerdi. Başarılar geldi ama o yıllar. Şimdi "Hagi Hoca'nın takımı" oldu. Belki bu eşseslilik gene başarıyı getirir:)

      GS camiası farklı bir camia. Taraftarı bile gelenekselci. Basket maçında Göksenin'e, Futbol maçında Emre Çolak'a da sahip çıkar takımına sabır da gösterir. GS'daki sorun, Yönetimin  medya karşısındaki zayıflığı, Muhalefetin GS'ın altını oyma çabaları, ve Futbolcuların aldıkları paranın karşılığını verebilme anlamında, amatör davranışları. Gene de tezahuratta da olduğu gibi, Yönetim-Futbolcu-Taraftar birleşirse, özellikle Aslantepe'nin  de yaratacağı sinerji ile Şampiyonluk beklentisi yükselecektir. Trabzon maçı bu yürüyüşün ilk adımı olacaktır..