24 Şubat 2015 Salı

FB'lilik din ise GS'lılık tarikattır

     Bugün size Cemal Süreya'nın  bir yazısını paylaşayım. GS'lılık hakkında ne de güzel konuşmuş. Gerçekten de öyle FB'lilik din ise GS'lılık Tarikattır. Bu  Mason Nakşi ateist olabilir ama farklıdır daha koyudur tutkuludur!



Milli ligin kuruluşundan sonra, doğal olarak, üç büyük kulübe Anadolu’dan yeni transfer akışı azalmaya başladı. Hatta, işin bir yerde sonunun geldiğini varsayanlar da var. En iyisi bunun kolay bir önyargı olduğunu söyleyerek konuya girmek.

Galatasaray taraftarı ayrık kişidir: çoğu zaman toplum içinde “ayrılmış”, ya da kendini “seçilmiş” sanan bir kişi. Köşeye itilmiş değil, ayrı düşmüş.

Roman kişisi.

Posterini Fenerbahçeli gibi başucuna koymaz; Beşiktaşlı gibi arabasının camına yapıştırmaz. Hem posteri değil, albümü var onun: yastığının altında saklar. Albümünü kıskanır. Bu yönleriyle ilginçtir ve öbürlerinden hemen ayrılır.

Bütün Fenerbahçelilerin ve bütün Beşiktaşlıların ortalaması alınabilirse, ortalama yurttaşın profili çıkar karşımıza.

Ortalama Galatasaraylı üzerine düşünüyoruz ya, gerçekte. Galatasaraylı tip, Türkiye yüzeyinde hiçbir ortalamaya girmez. Bir marjinal, bir Vatikan, bir Halet Efendi, bir yara, bir düş kırıklığı, bir üstünlük, bir başarılar zinciri, bir doğal yapaylık, bir insan sesi… Maç günleri dışında enikonu soğukkanlıdır. Kibardır; hiç küfretmez, şemsiyesi her an hazır.

Gizli çılgın. Drama içindedir.

Bilir: Fenerbahçe’nin baba’ları, Beşiktaş’ın dayı’ları, Trabzonspor’un sahipleri vardır; kendi kulübünün ise, yöneticileri… Galatasaraylı kendini kulübüne ilişkin görmez, sanki kulüp ona ilişkindir.

Fenerbahçeli doğulur.
Galatasaraylı olunur.

Kulüpte neler oluyor, yönetim kurulu, hatta onur kurulu üyeleri kimlerdir, bunları bilir. Menacerle antrenör, onunla da teknik direktör arasındaki ayrımları iyi değerlendirir. Rakip takımı nesnel biçimde irdeler. Fenerbahçeli’nin tavla, Beşiktaşlı’nın dama (Trabzonlu’nun “sağlam” dokuz taş) oyunculuğu karşısında, satranççıdır o; Fenerli gibi yalnız kendi pullarına, Beşiktaşlı gibi yalnız boş karelere bakarak oynamaz; karşı hamleleri de izler. Stadyumda oyuncular değil, masa başlarında taraftarla karşılaşsalar, şampiyonluk her zaman Galatasaray’ın olurdu.

Bizans’ta Nika isyanına (532) yol açan olayların içinde Galatasaraylılar da (yeşiller) vardı; ama mutlaka. General Belizarius’la birlikte o isyanın bastırılmasında da onların katkıları oldu. Sonuçta hipodromda 30 bir Fenerli ve Beşiktaşlı öldürüldü.

Bugün de serbest giriş kartlarından en çok yararlananların Galatasaray taraftarları olduğunu söyleyemez miyiz?

Anadolu’da genelde Galatasaraylı olmak bir tepki sonucudur: Galatasaraylı olma süreci bir azınlık ya da ayrıcalık itisinin verimleriyle beslenir. Yalnız kişidir Galatasaraylı. Küçük, hatta görünmez tatlara fena alışmış gibidir. Değişik içkiler arar. İşyerinde ve çarşıda bir saygınlığı vardır. Ne var ki bu durumunu evde her zaman sürdürmesi zordur. Çünkü eşi ve çocukları Fenerbahçeli’dir. Her fırsatta “Brezilya Milli Takımı’nın dünyanın Fenerbahçe’si” olduğunu söyleyiverirler.

Ortalama Galatasaraylı’nın soyluluk ya da yücelik tasladığını söylemek istemiyorum. Olduğu kadarıyla ve kişisel nitelikleriyle öyledir de. Ama genelev kadınlarının çoğunun Galatasaray taraftarı olduğu da sık sık vurgulanmıştır.

Galatasaraylı’da seçkinlik ve dışlanma duyguları iç içedir. Milletvekilleri, tiyatrocular, eşcinseller, bankacılar (özellikle bankacılar), yayımcılar… Bütün bir Galatasaraylılar kitlesi için de bu duygunun belirleyici öğe olduğunu söyleyebiliriz. Galatasaraylı güç ve güçsüzlük gerçeğini, bencillik ve panik duygularını birbirine sarmalamıştır.

Fenerbahçelilik bir dindir, Galatasaraylılık bir tarikat. Ortalama Galatasaraylı Nakşibendi’dir; Sünni mason; Tanrıtanımaz mürit.

Her şeyde kendine göre bir düzey arar. Yalnız ödül kazanmış kitapları alır. Cüzdanındaki yüz liraları bile törenle çıkarır. Çalıkuşu’ndaki Kâmuran’ı anımsatır. Beşiktaşlı’yı nedense küçümser; Fenerli dostlarının yanında hoşgörü sözcükleriyle konuşur. Aslında diyalog değil, sayrılı bir monolog içindedir. Kulüp yönetimini başkalarına karşı her zaman savunur.

Geçmişiyle fazlaca övünür. Ve geçmişi, mutlaka okula bağlar. Evliya Çelebi’nin anlattığı öyküyü kendi adına zenginleştirmek için çırpınır. Gül Baba, Fatih Sultan Mehmet’e güller sunmuş; bunlar sarı kırmızı güllermiş… Oysa ki Evliya’da sarı-kırmızı diye bir şey yok. Ama Galatasaraylı geçmişe sahip olmak için çok şey yapabilir. Hakkıdır da. Evet, roman kişisi.

Fenerbahçeli bağıra bağıra çoğalır; Beşiktaşlı çığlıklarla tükenir. Galatasaraylı’nınsa ağzında, yerine göre alaycı, yerine göre çocuksu bir gülümseme vardır. O gülümseme alt dudağın bir yanını aşağı çeker. Galatasaraylı o sırada aynaya bakmaktadır: Cici Necdet mi, Sezar Borjiya mı?

Cemal Süreya - 99 Yüz




19 Kasım 2012 Pazartesi

3 Kasım 1993 GS-Manu maçı hatıralarım

     Şu an sabırsızlıkla beklediğimiz Galatasaray Manchester United maçının 19 sene öncesini hemen hemen bilmeyen yoktur. Ben de bu vesileyle 19 sene önceki o maç öncesi yaşadıklarımı aktarmak istiyorum. Bu yazımın konusu da bu olsun.

     19 sene önce oynanan GS-Manu maçına, maçtan bir gün önce Manu Türkiye'ye geldiğinde o sırada oturduğumuz Kartaldan midibüs kaldırmıştık havaalanına Manu'yu karşılamaya gitmek için. O zamanlar sosyal medya veya cep telefonu gibi iletişim araçları olmadığından, organize olmak çok daha zor oluyordu. Ama eldeki şartlar içinde çok çabuk organize olan dinamik bir yapımız vardı. Kartal'da bir karar alsak, 2 saat içinde Beykoz, Üsküdar, Kadıköy'de bunun haberi olurdu ve hemen birleşirdik. 

     Hava alanına geldiğimizde zaten kalabalık had safhadaydı. Biz de yerimizi aldık pankartlarla. Polis bizi güdülüyordu. Açıkçası o kadar kalabalıktı ki ben Manu'lu hiç bir oyuncuyu göremedim dersem yalan olmaz. O zamanın İstanbul'unda şehir içinde yolculuk yapmak şu an ki kadar kolay olmadığından tekrar Kartal'a geri dönmedik. O gece Taxim'de sabahlayıp ertesi günkü maça gidecektik.



     Maçın 21:45'de olduğunu düşünürsek, sabahlamak şu an ki kafayla saçma geliyor doğru ama 1993 yılı koşullarında bu normal bir hareketti. Gündüz maçlarından gece maçlarına yeni geçen bir tribündük. Gündüz maçlarından yaşanan sabahlama alışkanlıkları daha bırakılmamıştı. Ki bir sene önceki Frankfurt ve Roma maçlarında Ali Samiyen çevresinde 15.000'i aşkın taraftar sabahlamıştı.

     Bizim maçımızdan bir gün önce UEFA kupasında BJK'ın Ajax ile maçı vardı. O maç pek umurumuzda değildi ama Taksime geldiğimizde, İnönü stadından duyduğumuz sesler 1000 kadar Ajax taraftarının "Litmanen e e Litmanen o o Litmanen eee e Litmanen ooo o" diye bağırmaları ve BJK tribününün de kendi aralarında kavgalarının sesleriydi. "Si..ilmiş açık", "siktir ol git Kapalı", "Satılmış Sergen" tezahüratları havada uçuşuyordu. :)

     Önce Taksim parkında ve Mc Donald's önünde toplanıldı. Gece yavaş yavaş sayı 5bini bulmuştu. Kitle resmen İngiliz aramaya başlamıştı. Bu esnada unutmadığım anılar Taksim parkında Hz Hamza (tribüncüler bilir onu) Karl MArx'a benzer sakalları olan orta yaşlı bir turistin önünü kesti "ver ar yu fırom lıaan" dedi Adamın  " aym fırom cörmıni aym fırom cörmıni" diyip ellerini havaya kaldırdığını gördüm.  Hz. Hamza bize dönüp" İngilizce konuşuyor lan bu g.tveren " diyince çok gülmüştük o esnada. Hz.Hamza'nın ingilizcesi hayranlığımızı (!) kazanmıştı :))

     Eveti kitle resmen Taksim'de ingiliz arıyordu. Takdir edersiniz ki Taksim gibi bir yerde turist bulmak hiç zor değil. O sırada  amiyane tabirle deli gibi bilgi geliyordu. Sonunda gene bir haber geliyor -İngiliz taraftarlar Beyoğlu Hayal kahvesinde- diye. Ve tüm kitle Hayal kahvesine doğru yürüyüşe geçiyor. Hayal kahvesine kitle alınmayınca kapıyı kırıp içeri sis bombaları atıyorlar (o sıralar meşale kadar sis bombası da kullanılırdı maçlarda) Mekandaki herkes dumandan etkilenmemek için dışarı çıkmaya başladıklarında esas trajikomik sahneler ortaya çıktı. Meğerse  içerideki İngiliz rock grubuymuş :))

     Böyle böyle saat gece yarısını geçmişti. Şu anki faşizm kokan haberlerini o sıralarda da yapan güzide Türk basını zaten haberlerde olayları körüklüyordu. Derken bir söylenti yayıldı. Herkes farklı bir haber kanalını söylüyordu  ama haber aynıydı "Aksaray Akgün otelde ingiliz taraftarlar Türk bayrağına işedi" Ondan sonra kalabalık daha da arttı Aksaray'a doğru yürüyüş başladı. Kalabalığı şöyle anlatayım ben Tepebaşı'ndan Unkapanı köprüsüne doğru kitleyle yürürken Unkapanı köprüsü silme insan doluydu ucu bucağı yok gibiydi kalabalığın. Akgün otele doğru yürürken polis bir yerde bizi durdurdu. Emniyet amiri, geri dönmemizi suç/kabahat işleyen ingilizlerin gözaltına alındığını sınır dışı edileceğini söyledi.  Ama çoğu genç olan çabuk gaza gelen kitle Emniyet amirinin bu açıklamasından sonra "demek böyle bir şey var" hissiyatını daha derinden hissettiğinden  daha hızlı bir şekilde Akgün otele hareketlendi. Derken polis copla kitleye saldırdı dağıtmaya çalıştı. O sırada neden bilmiyorum ama ben gözaltına alındım Aksaray emniyet müdürlüğüne götürüldüm ekip arabası ile.

     Emniyete girdiğimde bizi girişte tuttular. Benimle birlikte 7 kişiydik gözaltına alınan. Orada beklemeye başladık. Lavabo'ya gitmek istediğimi söyleyince bir polis memuru üst katı işaret etti. Üst kata çıktığımda bir odada yerde oturan ingilizleri gördüm. Bana elle işaretler yapıyorlardı. Bağırdılar. Biz de sonuçta karakoldayız fazla bir şey demedim. Üst kattaki memurlardan biri bana lavaboyu gösterdi "sen gir tuvaletine!" dedi. Tuvalete girdim, çıkınca da hemen aşağı indim. Yanımdaki elemana bu olayı anlatınca muhabbeti duyan Polis memuru kolumu sıktı. Bu arada dişlerini de sıkmış sesini hafiften Baba filmindeki Marlon Brandon'un sesine benzeterek hiddetlice "Sen nasıl Türksün!! Giiiittt Hakkını ver!!" dedi :))) Bunu diyince tuvaletim olmamasına rağmen tekrar yukarı gittim. Lavaboya girer gibi yaptım. Sonra İngilizlerin olduğu odaya kafamı uzatıp önce ingilizce küfürler ettim. Onlarda yanıt verince boğaz keser hareketi yapıp Türkçe "sus s.kerim ceddini..." diye başlayıp bir ton küfür ettim. Aşağıya indiğimde polis benden tüm detayları öğrendi ve gene aynı ses tonuyla ve dişlerini sıkarak "işte gerçek Türksün!" diyip sırtımı sıvazladı. Bizi sıcak bir odaya aldılar ne yiyip içmek istediğimizi sordular. Börek, süt ve çaylar geldi karnımızı doyurdular. Sabaha karşı İngilizleri başka şubeye transfer edeceklerdi bize de dediler bir koridorda karşı karşıya dizildik (onlar ekip arabasını bekliyordu) onlar da 2si kız 7 kişilerdi kızların kısası benimle aynı boyda ama benden iki kat ağırdı belki de. Diğeri ise 185 boylarındaydı. Biz de en uzunları büyük ihtimalle bendim. Dimdik durduk onların ekip arabası geldiğinde polis çift sıra oldu dışarıda. İngiliz taraftarlar ekip arabasına binene kadar coplandılar. Bindirip gönderdiler. Öğlene doğru "biz nasıl maça gideceğiz?" diye sorduğumda "o iş kolay" demişlerdi ve bir ekip arabasıyla bizi Ali Sami Yen stadına bıraktılar.

     Burada bir paragraf açmak gerekirse; o zamanlar emniyet teşkilatında bu tarz düşünce yapısında olan personeller, uzun zaman taraftara kolaylık sağlamış gözükse de başa çok bela oldu. Leeds maçında yaşananlarda da bu tarz kafa yapısındaki polislerin büyük katkısı vardı. Ne olursa olsun herkesin kendi görevini layıkı ile yapması herkes için en doğrusu.

     Maça gelirsek. Başta da dediğim gibi gündüz maçlarından yeni yeni gece maçlarına dönen taraftarda haliyle hala maça erken girme alışkanlığı vardı (ki bende hala vardır) Saat 19:00'da stad full olmuştu bile. O maç için ne kadar bilet satıldı bilmem ama o zamanlar GS tribününde sahte bilet yapan ve stada farklı yollardan para ile adam sokan çok grup vardı. Biletleri ile dışarıda kalmak maça girememek sıradan bir olaydı. Bu yüzden o gün maçta 35 bin kişi olduğunu sanmıyorum. Bence çok daha fazlaydı.




     Şu sıralar başbakanımız RTE TT arena açılışında yapılan ıslıktan dolayı GS taraftarına kızgın olsa da o maçta da zamanın Başbakanı Tansu Çiller, stada girip anons edildiğinde ıslıklanmıştı. Tansu Çiller'e alelacele sarı kırmızı kaşkol verilmişti. Ama o ıslığın sebebi de ülkeye yaptığı yapacakları değil FB'li olmasıydı. Tıpkı RTE'nin FB'li olması gibi. 

     O sıralar hemen her Avrupa maçı için beste yapılırdı. Manu maçı için yapılan beste de "Haydi şimdi Bütün Eller havaya / Haydi bastır cim bom koy Manchester'a / Arif Hakan'la Kubilay'ınla /Cim bom layıksın sen şampiyonluğa " diye sözlere sahipti. Müziği o zamanlar İzel Çelik Ercan grubunun söylediği "Haydi şimdi bütün eller havaya" adlı şarkısından alınmıştı. Tribüne besteyi öğretmeye çalışıyorduk. Biz(yeni açık) "Haydi şimdi Bütün Eller havaya"diyince Kapalı " Haydi bastır cim bom koy Manchester'a " diyecek biz "Arif Hakan'la Kubilay'ınla" diyince kapalı "Cimbom layıksın sen şampiyonluğa" diyecekti:) Ama biz daha "Arif Hakan'la" dediğimiz an kapalı Kubilay'ınla diye bağırınca ve bunu bir kaç kez tekrarlayınca biz "Kubilay bizim! Kubilay bizim!" diye bağırmıştık. Kapalı da aynı şekilde bağırdı misilleme olarak :) Oldukça komik eğlenceli anlardı. Manu'lı oyuncular sahaya çıktığında gerçekten müthiş bir atmosfer vardı. Yakılan meşalelerin, sis bombalarının haddi hesabı yoktur sanırım. Normalde bir kişinin olduğu yerde 3 kişi olduğundan, herhangi bir tribünde bir tarafta birileri zıplayıp bir beste başlattığında, tüm stad zıplamak zorunda kalıyordu:) 

     Manu maçının o atmosferi, hayatım boyunca unutamayacağım atmosferlerden biri olarak belleğime kazındı, maç öncesi, maç esnası ve sonrası ile. O zamanlar maça gelenler Galatasaray'ı önde tutarlardı. Kimse -ben Lord'um ben Lady'yim- modunda olmazdı. Umarım 20 Kasım akşamı Ali Sami Yen spor kompleksi TT Arena'ya gelen herkes bu şiarla hareket eder. Galatasaray futbol takımının bize layık olması için bizim onlara layık olmamız gerektiğini unutmayan, pozitif enerjisini maç boyu takıma veren bir seyirci profili stadda olur. Bu takım Ali Sami Yen'de Chelsea'den 5 tane yediğinde o staddaydık biz. Ama 1 ay sonra Milan maçında gene takımdan hiç ümidimizi kaybetmeden bağırıyorduk. Üstelik son 5 dakika 1-2 mağlupken bile.

     Galatasaray taraftarı bu ülke topraklarının en şanslı taraftarıdır. Fatih hocanın da dediği gibi çok zafere şahitlik etmiştir bundan sonra da edecektir. Yeter ki maça pozitif enerjinizle gelin, maç bitmeden Galatasaray'ın ümidinin bitmeyeceğini bilin. Şans  ve Akıl yanımızda olsun!

Galatasaray Ulan!!!





27 Ağustos 2012 Pazartesi

GS basketbol kaos şubesi


     GS basketbolunda bilindiği gibi yeni yapılanmaya gidildi. Malzemeci Hasan bile gönderildi. Ali Türsan Murat Tümer gibi şube menagerleri gönderildi. Basketbolun başına  Murat Özyer getirildi.  Peki Murat Özyer hangi vasıfla oraya getirildi? Lütfi Arıboğan-Ülker yapılanmasının uzantılarından olan Murat Özyer'in ne gibi tecrübeleri var idari anlamda? Kaos'a katkı :)

     Murat Özyer'in Koordinatörlük anlamında herhangi bir birikimi yok, bilgisi yok. Bakkal versen eline yüzüne bulaştırır. E o zaman oraya onu getirenlere, orada kalmasını sağlamaları için yanaşmayı tercih ediyor. Kombine peşkeşini ilk öncelik olarak ele almasının nedeni bu olsa gerek

     Bench arkası başta olmak üzere saha içinde olan, duruma göre muhalif olabilecek ama önceliği GS olan sevdalıları oradan kaldırıp birilerine peşkeş çekme görevini icra etmeyi tercih edecektir. Baskı yapılmazsa bunu rahatça da yerine getirir. Ama unuttuğu bir şey var. Ben 1000 TL'de olsa o kombineyi alırım ve o saatten itibaren taraftar gibi değil müşteri gibi davranırım. Geçen sene kulüp çalışanlarının işleyiş anlamında bana yaptığı terbiyesizlikleri söz konusu GS diye sineye çekmiştim. Bu sene çekmem. EL'e bile kalamayan takımın kombine rakamlarını %333lerde arttırmak zeka işidir, Alemin tek akıllısı kendini sanmasın Murat Özyer. Buyursun yapsın bakalım 1000 TL. 

     Bench Arkası saha içi tribününü de tribünden giriş yapacaklarmış. Böyle planlıyorlar. 1000 TL veren adamı tribünden mi almayı düşünüyor? Dediğim gibi bakkal idare edemeyecek adamı koordinatör olarak atarsan Ahmet Cömertte oynuyormuş gibi yapılanmaya gider. Kombine satışını dikkatle takip edeceğiz. Sonrasında basketbol şubesinde harcanan paraları, İlkan Karaman olayından edilen 1 milyon zararın hesabını soracağız. GS'ın sadece cemiyetten oluştuğunu sanan bazı beyinler mevcut sanırım. Ara ara hatırlatmak da fayda var.

     Normal bir durumda  Murat Özyer'in çoktan istifa etmesi gerekirdi. Gerçi normal bir durumda karı kocayı aynı departmanda çalıştırmak mümkün olmazdı. Murat Özyer'i severim iyi bir GS'lıdır. Basketbol'u da benden iyi biliyordur kuşkusuz. Ama twitter adresi bile "Coach" olan bir adamı koordinatör olarak atıyorsan ondan GS'lılık ve Basketbol dışında bir şeyler beklemek hakkımız. E Murat Özyer'in bu kabiliyeti var mı? 

    1,5- 2 ay önce twitterdan Murat Özyer'e sordum. "Erkek ve Kadın basket takımlarımızın menagerleri kim? Her transferi, idari işleri siz mi hallediyorsunuz? Böyle başıboşluk mu olur?" diye. Yanıt tabii ki gelmedi. Benim 45gün önce sorduğum soruyu dikkate alsa erkek-kadın takımlarına menager atansa, en basiti bu İlkan olayı olmazdı. Ann Wauters konusunda ne yapılacaksa çoktan yapılırdı. Yapılmadığı noktada hesap sorardı. Hala Erkek takımının menageri kim belli değil. Kadın takımı için Canan hanım gelecek deniyor. Artık efsaneye dönüştü, ne olduğu belli değil. Şubede yıllar sonra para var, üstelik Koray Mincinözlü veya Yiğit Şardan'ın eli de artık şubede değil diye sevinirken nur topu gibi bir Koray'ımız oldu. 

     Öte yandan kadın basket takımının başına getirileek olan Canan hanım'ın bu işi kotaracağı da ayrı muallak. Ekrem Memnun bit pazarı sevdalısı gibi.. Kendisi zamanında (ki 10 seneden fazla oldu o "kendi zamanı") Takımda kadroda olanları topluyor. Derya gelsin soyunma odasında benim yerime konuşacak bir "kadın" olsun! Canan gelsin bana karışmaz. Şebnem Kimyacıoğlu gelsin! Eee? Clarissa'yı da aramak lazım "var mı basketbolla alakan, Ekrem hoca memnun olsun" diyip.

     Garip bir feodal denge oturtuluyor GS basketbol şubesinde. Şu şubeyi bildim bileli zaten birilerinin çiftliği, sittim baba tekkesi gibidir. Hep birilerinin feodal bağlarını güçlendirmek için kullanılmıştır. Ondan sonra GS basketbolda neden böyle diye sorar durur taraftar  birbirine. Sebep gayet belli. Takım elbise giyince yönetim kabiliyeti olacağını düşünen/düşündüğün adamları şubeye toplarsın. Sonuç? Rezervasyon bile yapamazsın oyuncuları yollarda telef edersin. Lobi yapamazsın, EL'e garip takımlar katılabilir, İspanyollar 5 takımla katılır sen lige ismini veren sponsora da sahip olmana rağmen baskı mekanizması oluşturulmasını sağlayamazsın ön ayak olamazsın. Sponsorluk mağlubiyetlerini başkana zafer diye anlatırsın. Takımların garip formalarla çıkar. Forma sponsoru bulamazsın eski formaların reklamlarına bant çekersin. Sonrasında yürü be GS!!! Şu taraftarın masumiyetine sahip olmalarını beklemiyorum ama ceplerine koydukları o paralar çoluklarının çocuklarının boğazından helal lokma olarak geçmesini istiyorlarsa işlerini yapsınlar. O zamana kadar da ben verdiğim her kuruşu haram ediyorum! GS'dan yana tek beklentimiz Galatasaray ismine yakışır mücadele, yakışır kurumsal yapı. "Ümidin var mı?" diye soruyorsanız ne yazık ki gene yok. Ve bıktım artık her sezon  aynı sorunları anlatmaktan. Ben her sene bunları diyorum, kendimi yeniliyorum diye rahatsızım ama bunları her sene yineleyenler rahat:( 

16 Ağustos 2012 Perşembe

Çilek hakkında

     GS'da malum Çilek söylemleri başkanın meşhur LigTV röportajından beri herkesin diline pelesenk oldu. Futbol literatürümüze "Timsaha gelmek" deyimi sonrası, yeni bir deyim daha katılmış oldu. Oysa GS'da çilek olarak tabir edilen futbolcu transferi için mayıs ayından beri yoğun bir çaba vardı. Twitter ortamında genel olarak keyif almak için girdiğimden ve geyik yaptığımdan orada bunu sesli olarak dillendirmesem de transfer sezonunun en azından GS için sonuna geldiğimiz bugünlerde, Çilek olayı ile ilgili bir kaç ciddi kelâm etmek ve bildiklerimi anlatmak istedim. Sanırım en doğru yer de burası olsa gerek.

     Öncelikle çilek olarak golcü transferi yapılacaktı. Başkan bu anlamda bir kaç isimi istediğini Fatih hocaya belirtse de bunların büyük çoğunluğu, Fatih Hoca tarafından kabul edilmedi. Misal gene aynı günlerde Dirk Kuyt da GS'a menagerler tarafından teklif edildi ama kabul görmedi. Alınacak golcü için Adebayor ve Dzeko ile ilgilenildi. Ciddi de mesafe de kat edildi. Bu arada Milan'ın içinde bulunduğu durum dolayısıyla Pato ismi de konuşuldu ama bu esnada Burak transferinde gelişmelerin olumlu yönde seyretmesi ilk önceliğimiz olan Dzeko transferi için beklemeye geçmemize neden oldu. Eğer Burak alınmasaydı büyük ihtimalle kulübümüzün taraftara armağanı Dzeko olacaktı. Burak transferi bitmemiş olmasına rağmen artık iş o boyuta gelince, takıma yaratıcı oyuncu alınması görüşü ağır bastı. Gene Terim'İn görüşü alınarak Kaka için R.Madrid ile temasa geçildi.

     Bu temas o kadar ciddi boyuttaydı ki bunun için Kaka'nın sağlık raporları dahi kulübe getirildi, incelettirildi. Sonuçta sakatlık konusunda oldukça kabarık bir dosyası olan bir oyuncu Kaka. Bu raporlarda önemli bir durum olmadığı görülünce Real Madrid ile görüşmeler başladı. 

     Burada bir ayrac koymak gerekiyor. Büyük takımların her zaman büyük hocalarla çalışmasını istemiş ve bunu yüksek sesle de dile getirmişimdir. Bunun bir çok sebebi vardır ama Kaka gibi transferlerde bu daha çok belli olur. Misal hocamız Aykut Kocaman olsa Mourinho ile ne konuşacaktı? Nasıl ondan referans alacaktı ve transerde kolaylık yapılmasını sağlayacaktı GS?  F.Terim ikili ilişkilerini bu anlamda kullandı. Şu an J.Mourinho Kaka'ya "GS'a git" telkininde bulunuyorsa, bunun en büyük müsebbibi Terimdir.(I Love you Hocam)

     Sonuç olarak,  artık medyaya düştüğü şekilde Kaka'nın menageri İstanbula gelecek, bir süre kalıp görüşmeleri yapacak. Kasımpaşa maçına gelip stadı ve seyirciyi de görecek. Bunların hepsi Kaka için önemli olacak kriterlerdir diye düşünüyorum. Sonuçta  Katar gibi gözüken bir imajımız var. Ama gerek Melo gerekse Taffarel sayesinde Kaka'ya telkinlerde bulunulacaktır. Kaka'nın İstanbul'a gelmesi durumunda eşyalarını almaya bile gitmeyip direk antrenmanlara başlayacak kadar GS'ı ve camiasını seveceğine inanıyorum. Benim açımdan Kaka'nın bu saatten sonra GS'a, -en azından 1 sezonluk kiralık- gelmemesi için hiç bir neden yok. Umarım düşündüğüm gibi olur her şey

25 Mayıs 2012 Cuma

Nevriye -Sancho Peki Maya mı? Lindsay mi?

Nevriye konusunda görüşüm duruşum belli. Ama Galatasaray Kadın basketbol takımının sahiplenilmesini istiyorum. içerisinde bu kadar Galatasaray'lı ve camiasını sahiplenen kız varken bile takımı sahiplenmiyorsa bu taraftar, o zaman varsın gelsin Nevriye. Çünkü başarı olmadığı sürece kimsenin umurunda olacağı yok. Hoş başarı gelse de başka bahaneler gelecektir. Galatasaray taraftarı maça hele ki kadın basket maçına gelmemek için bahane üretmeye bayılır. Allahı var Kadın basketbol şubemizin idarecileri de koz vermek için her sezon başı yeni strateji geliştiriyor gibime geliyor.

Geçen sene Şaziye transferi içnide aynı tepkiler vardı. Allahı var koca sezon seyrettim takıma yararlı olmak için elinden geleni de yaptı. Son maçtan önce "Şaziye bu senin maçın olacak!" dediğimde güvenliydi buna hazırdı. Maç bittiğinde göz göze geldiğimizde bana bakışlarını unutmuyorum. Suçluluk duyuyordu yapamadık üzüntüsündeydi. Galatasaray'da istediğim oyuncu profili bu. Başarmak için mücadele etmeli başaramazsa o suçluluğu hüznü yaşamalı ama pes etmemeli. Tıpkı Işıl'ın kupa seromonisine gelip plaketi aldıktan sonra bize bakışları gibi. Ben o kızları öyle bakarken görmek istemiyorum. Bunun için onlar çalıştığı gibi idarecilerinde yönetiminde çalışması lazım kadro homojen olmalı

Transferlere gelirsek başta da dediğim gibi, bu şartlar altında Nevriye gelirse itirazım olmaz. Buna sevinirim. Galatasaray o gelirse güçlenmez ama FB o giderse zayıflayacaktır. Gelip gelmeyeceği konusunda bilgim yok. Çoğunluk geldi geliyor diyor ben se nasıl Dee'nin gittiğine uzun süre inanmamışsam onun geleceğine de inanmıyorum kulüp açıklayana kadar.

Bunun dışında Ros Casares'in mali durumunun belirsizliği sonucu o takıma yüklendiğimiz kesin. Bu da sezon başında yazdığım konuya geliyor. Transferleri hemen yapmadıysan artık acele etmenin gereği yok sabırlı olmalıyız demiştim. İşte onun meyvelerini yiyoruz şu an bir nevi. Maya gelirmi gelmez mi bilmiyorum ama Sancho büyük ihtimalle gelecek sanırım. Hatta anlaşma aşamasına gelinmiş.

Maya gelmez ise Amerikalı tercihini PG'den yana kullanmak yararlı olacak düşüncesinde ısrarcıyım. Sue Bird-Becky Hammon gibi iyi guardlar var ama gene daha önce dediğim gibi en doğru isim L.Whalen olacaktır.Çünkü Işılla birlikte hem çift oyun kuruculu bir sistemle oynayabilir hem de Lindsay'in içeri penetrelerinden şutundan faydalanırız. 1-2 oynayan Lindsay'i tercih ederim 2-3 oynayan Maya Moore yerine. Önümüzdeki günler Kadın basketbolu için güzel haberlere gebe ama tekrarlamak gerekirse, benim için en güzel haber idari kadronun istifası veya görevine son verilmesi olacaktır. Umarım "tüm beklentilerim" sezon başlamadan karşılanmış olur. Son olarak Mihriban Mihriban Mihriban!

14 Mart 2012 Çarşamba

ŞAMPİYONLUK YAKIN! MEŞALEYİ YAKIN!

     GS kadın basketbol takımı 11 Mart 2012 Pazar günü Antakya'da oynanan finalde FB'yi 76-72 yenerek Türkiye kupasını kazandı. Kadın basketbol sezonunun başladığı Ekim ayında gene FB ile Ankara'da oynadığı Cumhurbaşkanlığı kupası maçını da kızlarımız kazanmıştı. 



     Burada oyuna değinmeden önce şu  detayı atlamamak lazım. GS kadın basketbol takımı İpekçi'de oynadığı Fb maçlarında böyle oynayamıyor. Geri dönüş zaten hiç olmuyor. Kızlar daha sahaya çıkarken büyük gerginlikle çıkıyor. Ve bildiğiniz gibi TKBL'nin normal sezon 2 lig maçında da FB'ye yenildi takım. Taraftarın burada oturup düşünmesi gerekiyor. "Neden bu takım Antakya'da, Ankara'da FB'yi yeniyor maç sonuna kadar hırsını sahaya yansıtıyor da İpekçi'de kabulleniyor bunu?" diye. Bence İpekçi'deki GS kadın basket maçlarına gelen (daha doğrusu FB maçı gibi önemli maçlara gelen) taraftardan kaynaklanıyor bu sorun.


     Özellikle Türk oyunculara karşı neredeyse düşmanlık diyeceğim boyutta bir bakış açısı var taraftarın. Misal Bahar airball attı diye salondan ıslıklar homurdanmalar yükseliyor. Bu homurtuları duyan Bahar, bir sonraki atışını yapacaksa da tereddüt ediyor. Ki basketbolda tereddüt iyi bir durum değildir. Oysa aynı taraftar, Erkek Basketbol maçına gittiğinde, Gordon/Shipp smaç kaçırdığında, Jaka airball attığında alkışlarla destek veriyor. Sonra da "hücumun bitmesine 5 saniye varken Işıl neden şut kullanmıyor da Sylvia'ya pas veriyor yahu!!" diye Işıl'ı eleştiriyor. Ki pozisyon sonrası Sylvia'nın  -suç bende- gibilerinden işaretlerini de görmesine rağmen. 

     Oyunu irdelemeden önce şunu belirtmek gerekli. Basketbol takım oyunudur. Tabii ki her maç bazı oyuncular ön plana çıkar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Eğer GS'ın Syl-Dee-Pip ile FB'yi yendiğini düşünüyorsanız o zaman Miami Heat'in LJ-Bosh-Wade ile neden şampiyon olamadığını veya Lakers'ın faal en büyük basketbolcu Kobe ve yanındaki Gasol-Bynum ile Nasıl Dallas'ın şampiyonluğuna izin verdiğini de sorgulamak gerekir. Ama dediğimiz gibi basketbol takım oyunudur. GS'ın aldığı Türkiye kupasında Yasemen-Ayşe dahil herkesin katkısı vardır.



     Misal oyunun son 40 saniyesi oynanıyor maç 72-75 top Tina'ya gelmiş solundan Şaziye akıp gidiyor ama ona topu vermek yerine ısrarla Dee'yi aradığından pas arası yapan Angel topu kapıyor. Orada Angel 3'lüğü atsa maç berabere olacak. Yani önemli bir hata. Ama oraya hiç takılmıyor taraftar(ki bence de doğrusu bu). Hatayı yapan Allah Muhafaza Işıl-Bahar-Şaziye'den biri olsa, hala o pozisyonu konuşuyor olurduk. Oysaki buna takılmamak, oyunun bütününe bakmak lazım. Parça parça bakıldığında her oyuncunun yaptığı yanlışlar görülecektir. Zaten basketbolda bir maçı yanlışsız bitiren oyuncu yok. Önemli olan hataları minimize edebilmek. Misal Pip'i ele alalım. Gerçekten potaya yaptığı direk driplingleri ve isabetli şutu ile hücumda önemli katkı veren biri. Peki savunmada durumu nasıl? Zone yaptığımız anlarda Angel'in Cappie'nin onun olduğu bölgeden kolay şut kullanması veya içeri pas indirebilmesi tesadüf mü? Keşke elde imkan olsa Işıl ile Pip'in bir karışımını yapsak böylece süper bir basketbolcu kazanırdık. Işıl'ın savunması hırsı ve Pip'in driplingleri şutu.

     Maça Işıl-Dee-Şaziye-Tina-Syl 5'iyle başladık Beklenen 5'te buydu zaten. FB ise Birsel-Penny-Angel-Nevriye- Matoviç 5'iyle başladı. GS Pip, Bahar, Melisa rotasyonu ile oynarken FB'de Cappie-Meral-Nevlin bu rotasyona dahil oldular.

     Bir çok taraftar "Işıl ilk Periyot oynadı 12 sayı fark yedik 2. periyot Pip oynadı öne geçtik 6 sayı fark attık. 3. Periyot gene Işıl ile başladık Pip girdi yendik" diyor ama bu büyük yanılgı. Bir kere Pip oyuna girdiğinde 7 sayı gerideydik. Durum 33-26 iken sahadaki 5'imiz Işıl- Pip-Dee-Bahar-Tina idi. Yani geri dönüşte sahadaki yerlilerimiz Işıl ve Bahar idi. Sylvia Şaziye sahada yoktu. 3. Periyotun son 1 dakikasından sonra bu kez 11 sayıdan geri dönüş başlattık. Bu 11 dakikanın büyük bölümünü oynadığımız 5 ise Dee-Şaziye-Bahar-Tina-Syl vardı sahada. Görüldüğü gibi 2 geri dönüşte de sahada olan oyuncular Dee-Bahar ve Tina. Şimdi buradan formal mantık yürütüp- maçın oyuncuları bu üçü- diyebilir miyiz? Tabii ki de diyemeyiz. Ama şunu görmemiz gerekiyor, basketbolda her şey istatistik üzerine kurulu değildir. Bahar oyunun hücum yanında yoktu ama oyunda olduğu sürelerde rakip takımın da hücumda olmamasını sağladı. Üstelik bu kız 3 numara değil.  Misal Alba sözleşmesine -kesinlikle 4 numara oynamam- diye madde koyduruyor. Ama Bahar Türk kızı öyle bir söylemi olmaz, tamamı ile takımın başarısı için elinden geldiğince oynamakta. Basketbolu bilenler iyi bilecektir 3 numara ile 4 numara oyunları arasında büyük hız ve güç farkları vardır. Misal Erkek basketbolda Shumpert artık 3 numara için yavaş 4 numara içinse güçsüz kalıyor. Özellikle EL ve ligdeki güçlü takımlarla oynanan maçlarda bunun sıkıntısını yaşadık. İşte Bahar da bu maçta bunun sıkıntısını yaşadı. Savunma anlamında nispeten  genelde zone savunma yaptığımızdan pozisyon bilgisi ile bunu telafi etti. ama hücumda yeterli olamadı. Oysa sezon başı oynanan kupa maçında 3 numarada Alba 4 numarada Bahar oynadığından Bahar çok verimli olmuştu. Çünkü bir 4 numaraya göre hızlı olduğundan Nevriye'ye karşı üstünlük kurdu bolca sayı buldu. Savunma da da zone yaptığımızdan Tina ile iyi savundu Nevriye'yi ve maçın yıldızı oldu. Yani o maçtan bu yana Bahar'da değişen bir durum yok. Sorun, pozisyonunun değişmesi ve onu savunanın Angel , onun savunduğunun Angel olması. O Angel ki aşırı hızlı ayakları sayesinde WNBA'de de durdurulabilen bir oyuncu değil. En fazla yavaşlatılabiliyor. Ki Tina bunu yapamamıştı son maçta ama Bahar bu maçta bunu başardı.

     Şimdi bizim taraftara sorsak Bahar ne oynadı ki den başlayıp Airball attıdan devam edip basketbolu bilmiyordan çıkar. Ama ana resme bütün bakıldığında durum öyle değil. 

     Işıl kötü oynadı deniyor. Işıl'ın savunduğu oyuncuya bakıyoruz Birsel.2/7 şut isabeti ile 6 sayı atmış. Bunun birisi Şaziyenin kaptırdığı topta Fast Break'den 2lik,  biri sayıya giderken Işıl'ın yaptığı faul sonrası 1/2 isabetle faulden sayı. Diğer 3 sayısını ise Işıl oyunda yokken Pip'in savunmasında dip çizgiden attığı üçlük. Başarısız mı Işıl? Evet bence de daha iyi olmalı. Işıl, çünkü 3 sene önce maç başı en az 10 sayı atan, skorerde bir oyuncu idi. Son maçtaysa 0/6 ile oynamış. Bunların biri kaptığı topta yaptığı dripling sonucu kaçırdığı turnike, biri stop jupshot, 1 boş üçlük diğer 3 'ü ise hücum sona ererken elinde kalan top sonrası atmak zorunda kaldığı şutlar. Kendisi için çizilmiş bir tek oyun bile yok Işıl'ın. Maç içinde Işıl'ın sayı bulması için yegane koşul, Syl-Tina için içeriye gömülen rakip sonrası, üç sayı çizgisinin gerisinde elinde topun patlaması. Oralardan isabeti buldu buldu. Bir de faul hakkı dolan rakip, sonrasında Işıl'a faul yaparsa Serbest atışlardan bulabilir. Ama Sayı dışında Ribaunt Asist Top Çalma istatistiklerine bakarsanız hepsinde her zaman katkı veren bir Işıl göreceksiniz. Nitekim bu maçın da 4 asistle en çok asist yapan oyuncusu idi Kaptan.

     Ben artık yerlilerden sayı katkısı beklemeyi kestim. Bunun 2 sebebi var. 1- Dünyanın her takımında skoru zaten özellikle Amerikalılar sağlıyor. Bu yüzden EL'e kıtadışı sınırı getirildi. UMMC'ye bakın orada da sayıyı Stepanova Leuchanka değil Nolan Gruda bulmakta. Bu yüzden de bazıları 2-3'e oynarken bazıları 7-8'e oynamakta. Bunun için o paralar veriliyor bu oyunculara. 2- Bizim oyuncularımıza oyun çizen hoca görmek nasip olmadı bana hiç. Ki Ceyhun hoca geldi geleli takıma kazandırılan yerlilerin hiç birinden sayı katkısı alamamamız rastlantı olamaz diye düşünüyorum. Melisa GS'a sayı kralı olarak geldi. Gülşah maç başına 10 sayıyı rahat buluyordu. Şaziye'yi hiç bilmeyen, en azından son avrupa şampiyonasında milli Takımın sayı makinası olarak hatırlıyordur. Ceyda GS'a geldi hiç sayı atamadan bir devrede gönderildi. Kocaeli'nde attığı sayıyı GS'da atamadı, gitti samsunda gene atmaya devam etti. Yani genel olarak Ceyhun hocanın elinde hiç bir yerli sayı atamıyor. Işıl'ın Bahar'ın sayı atmamasına şaşırmıyorum ama Şaziye ve Melisa'nın atamaması beni çok şaşırtıyor. Hatta bakın Şaziye'nin istatistiklerine, sezon içinde bir maçta 3 şut kullandığı maç sayısı bile çok azdır. 

     Sonuç olarak GS kadın basket takımının sahaya çıkan oyuncularında sorun olduğunu düşünmüyorum. F8 EL finallerinde, GS taraftarına düşen görev, takımını kayıtsız şartsız desteklemektir. "F8 finallerine gelecek misin" diye sorduklarım, "Bu takım için mi gideceğim maçlara!" diyor. Ne zamandan beri taraftar, sahibi olduğu o tribünlere, takımın durumuna göre gidiyor? Taraftarın görevi her şart ve koşulda o salonda yer almaktır. Ki bileceğiniz gibi ülke tarihinde 4'lü veya8'li finalde oynayan takım çok az. Kadın baskette benim hatırladığım, yıllar önce GS oynamıştı sadece bir kez. Bu yüzden 28Mart-1Nisan aralığında salonda olacağız. Hatta 31 Martta F8 maçı yok ama Erkek basketbolda BJK maçı var ve gene salonda olacağız. O 4 gün İpekçi'yi evimiz bileceğiz ve 9 Nisan 2009'da Ayhan Şahenk'de yaptığımızı bu kez İpekçi'de yapacağız. Türkiye'ye gelen o kupanın geri gitmesine izin vermeyeceğiz. 



     Bu kızlar 16 Ekim 2011'de Ankara'da Cumhurbaşkanlığı kupasını alarak bize ses verdi duymadık. 11 Mart 2012'de Antakya'da Türkiye Kupasını aldı, ışık verdi, görmedik 1 Nisan için artık görmedik-duymadık demeye hakkımız yok. Yeri gelecek onlar bize gaz verecek, yeri gelecek biz onları arkadan itekleyeceğiz ama "son topa kadar" mottosuyla sonuna kadar onların arkasında olacağız.O kupayı alacağız. Ve tüm branşlarımız içinde, taraftara en yakın duran bu takımla beraber o kupayı kutlayacağız. Önümüzdeki 40 gün içinde EL ve Lig Şampiyonu belli olacak. Şu 40 gün sadece takıma desteğe odaklanalım. Ondan sonra isteyen istediği gibi eleştirisini yapar Oyuncu,Yönetici, Teknik-İdarî kadroya. İstediğini istemediğini   yüzlerine söyler, forumlarda anlatır hatta gerekirse kulübe mail atar kendince eleştirilerini yapar. Ama şu 40 gün Futbol ve Kadın basketbolda önemli zamanlar. Sadece desteğin, taraf olmanın zamanı. Futbolda şampiyonluğa yürüyen takımımızı Sivasda karşılayanlar, çok güzel özetlemişlerdi durumu.

ŞAMPİYONLUK YAKIN! MEŞALEYİ YAKIN!

26 Kasım 2011 Cumartesi

Galatasaray-Ros Casares maçının ardından

Galatasaray kadın basket takımı bilindiği gibi 23.11.2011 tarihinde Abdi İpekçi Spor Salonunda oynadığı Ros Casares maçını 30 sayı farkla 46-76 kaybetti. maç hakkında çok konuşuldu herkes kendince ortadaki hataları söyledi. Bir de ben konuşmak istedim. Genel olarak GS ile ilgili eleştiri yapmamaya yada bu eleştirileri birinci şahıslara yapıp fazla seslendirmemeye çalışan biriyim. Ama kamu oyunda oluşan algı, farklı yerlere kaymaya başladı bunu irdelemek gerekiyor.

Öncelikle Ros Casares'in Euro League F8'deki en önemli rakibimiz olduğunu zaten aylardır söylüyorduk. Bunu kadın basketboluna yakın, aşina ve biraz ilgilenen herkes biliyordu. F8'e hangi takım kaçıncı sıradan girerse girsin Bizim için önemli 2 takım var. UMMC Ekaterinburg ve Ros Casares.  Ve bizim için büyük bir şans ki bu takımlarla aynı gruptayız. Birçokları bunu iyi görmese de bence gayet şanslı bir durum. Çünkü misal Fenerbahçe'nin  bu pazar günü oynayacağı GS maçı dışında F8'e kadar kendini test edeceği hiç bir maç olmayacak ve hatalarını eksikliklerini göremeden F8'e gelecekler. Bizim grubumuzdaki biz dahil 3 takım ise her gün eksikliklerini test etme imkanı bulacak.

Konuyu dağıtmadan Ros Casares maçına gelmek gerek. Ros Casares maçı sonrası koçumuz Ceyhun Yıldızoğlu'nun maç sonu röportajını dinledim. Bence talihsiz bir konuşmaydı ama o konuşmadan başka yapacak konuşması da yoktu. 2 ay önce bizim teknik kadromuzu geçtim, herhangi bir GS kadın basketboluna ilgi duyan birine sorsanız, ribauntlarda ezileceğimizi söylerdi zaten. Maç içinde takımın bu durumlara gelme sebebi olarak -çok ribaunt verdik- demek normal taraftarın yapabileceği bir eleştiridir ama Teknik kadro böyle bir eleştiri yapamaz, yapmamalı. Biz hangi önlemi alırsak alalım, rakibin ribauntlarda bizden iyi olacağı kesindi. Her an 3 tane uzunla oynayan bir takımın, kadrosunda 1 tane uzunu olan (Matic'i saymıyorum) bir takıma karşı, bu üstünlüğü sağlaması doğaldı. Takım buna rağmen Ros Casares gibi bir takımı iyi bir sayıda tuttu 76 sayı yedik. Yani sanılanın aksine maçı vermemizin, dahası bu derece fark yememizin sebebi çok ribaunt vermemiz değil hücumda ritm bulamamamızdı.

Hücuma gelince ortada bir çok yanlışlıklar vardı hangisinden başlayacağımı bilmiyorum. Öncelikle şunu bilmek gerekir Kadın basketbolu erkek basketbolundan farklıdır. Dünyanın her takımında illaki 1-2 oyuncunun eline bakar Kadın basketbolundaki takımlar. Bizim takımımızın da o anlamda dünyanın en iyilerinden olan Diana Taurasi ve Tina Charles'ın eline bakması şaşırtıcı bir durum olmamalı. Ama takımın tüm şut alternatiflerinin bu iki oyuncunun saha içi günlük formuna, şut isabetine ve yaratıcılıklarına bırakılması takımınızı güdükleştirir. Sonuçta bu insanlarda robot değil ve illaki kötü günleri olacaktır. Ama kötü gününde bile bu oyunculardan yararlanmayı bilmek ve diğer oyuncuları oyunun içine sokmak lazım.

Maçta görülen hücum hatalarından bahsedelim. Bildiğiniz gibi Işıl ve Prince bizim 1 numara obsiyonumuzu sağlayan oyuncularımız. Ve ikisi de birbirinden çok farklı yeteneklere sahip oyuncular. Top Işıl'dayken hazırlanacak hücumla, Prince'deyken hazırlanacak hücum aynı olmamalı. Maç içerisinde bir çok defa gördüm Prince topla köşeye gidiyor, başında onu savunan bir oyuncu ve o sırada Tina yardıma geliyor. Tabi Tina ile birlikte onu savunan 2 kişi de yardıma gidiyor. Böylelikle köşede Prince'e 3 kişi birden baskı kurmaya başlıyor ve dengesiz şutlar veya top kayıpları oluyordu. Oysaki top Prince gibi oyunculardayken Tina'nın tam tersi, potanın diğer tarafına gitmesi 2 oyuncuyu da diğer tarafa sürükleyeceğinden Prince gibi potaya dripling yapmayı seven oyunculara kolaylık sağlayacaktır. Top Işıl'dayken ise tam tersi Tina'nın oraya gelmesi takımın diğer oyuncularından boş olana topun inmesini sağlar. Ama hücumlarda iki PG'miz için de tam tersini yaptık. (Bunu oyunu köşelere çektiğimiz zamanlar söylüyorum)

Diana maçın başında Fast Break'e çıkarken potaya gitmek yerine ters tarafa giderek potayı görmeye kalktı. Oysaki iki pozisyonda da karşısında rakibin 6 numaralı en kısa oyuncusu vardı, yanlış tercihler yaptı. Bu Dee'nin mental anlamda sorunları olduğunun göstergesi. Mental anlamda diri bir Dee, o iki pozisyonda da potaya gider hatta basket faulü de aldırırdı.

Takımda şut tercihleri konusunda da bir sıkıntı var. Galatasaray o anlamda çözülmesi kolay bir takım haline gelmiş durumda. Tina ve Dee'yi tut, Prince'in içeri girmesine izin ver, pota önünde dur bekle ona engel ol, böylelikle GS'ı büyük oranda zayıflatmış oluyorsun. Çünkü takımda şut kullanan oyuncu sayısı sadece 3 (Dee-Tina-Prince). Bu tarz savruk oyunlar, rakibin işini kolaylaştırmakta. İşin garip yanı yerli oyuncularımızda şut atmamaya yeminli gibi bir oyun oynuyorlar. Şimdi ben Ceyhun hoca'ya "Hocam senin takımında Gülşah ve Şaziye gibi şutu düzgün iki tane oyuncu var!" desem saçmalık olur. Çünkü bu oyuncuları yaratan insanlardandır Ceyhun Yıldızoğlu. Şaziye gibi sokmaya başladığında Dee'den daha tehlikeli bir oyuncu olan Şaziye'ye maç boyunca şut attırmamak ve böyle böyle kızın şutörlüğünü elinden almak ilginç. Eğer bunu hoca yapmayıp Şaziye kendi kendine kazanmışsa, o zaman Hoca'nın resmen baskı yapıp Şaziye'nin ve Gülşah'ın şut atmasını sağlaması gerekiyor. İlk Periyot Dee-Tina kilitlendi. Rakip için her şey yolunda gidiyor, Işıl boş kaldığı şutlardan (ki sık sık boş kalıyordu) 2'sini kullandı 5 sayı çıkardı rakip coach hemen mola aldı. Büyük ihtimalle Hejkova "bu nerden çıktı lan!!" diyip afallamıştır. Hemen Işıl'a önlem almaya çalıştı. İkinci yarı aynı şekilde Gülşah 2 atış soktu Hejkova gene mola aldı. Gülşah da onu epey şaşırttı. Çünkü onların hazırlandığı GS'da, Dee-Tina ve Prince dışında top kullanan yok. Ki onu şaşırtmadık da. Şaziye bomboş kaldığında bile çevresi dolu olan Tina'yı görmeyi tercih etti. Oysa maç içinde Şaziye, Gülşah, Işıl, Bahar şut kullansa, girmese bile rakip Dee ve Tİna üzerindeki baskısını azaltırdı. 

Sonuçta beklediğimiz (nedense Ceyhun hocanın beklemediği) şekilde bolca ribaunt verdik ama gene de rakibi istediğimiz sayılarda tuttuk. Sizce Galatasaray'ın 76 sayı yemesi mi şaşırtıcı yoksa 46 sayı atması mı? Galatasaray'ın sorununun, verdiği ribauntlar olmadığını herkesin anlaması gerekiyor. Ceyhun hoca artık takıma, (Tina-Dee-Prince) bu üç oyuncu dışında çizilen hücumlar öğretmeli, çizmeli, oynatmalı. Ve bunu özellikle lig maçlarında kesinlikle uygulatmalı. Ayşe Cora-Işıl, Şaziye, Gülşah, Bahar'a -her maç en az 5 şut atacaksın- diye şartlandırılmalı. Ayşe Cora'nın Genç milli takımda attığında giren şutlarla, ligimiz arasında bir fark mı var? Milli maçlarda 3 sayı çizgisi 4.5 metreye mi çekiliyor?  Turnike atarken tüm rakipleri sağa mı çekiliyor milli maçlarda? Milli maçta şut attığında isabet sağlayan bu maçlarda da attığında isabeti pekala sağlayabilir. Sonuçta böyle bizim gücümüzle eşdeğer olmayan rakiplere karşı oynarken bu oyuncular şut atamayacaksa hangi maçta deneyecekler şutlarını? Oyun çizimlerini nerede oynatacağız? Tarsus'a karşı oynarken bile Dee - Tİna 36-37'şer dakika oynuyorsa hocanın artık düşünmesi lazım bir şeyleri.

Taraftarda ve camiada da suç var. Her maç hedef maçı olarak gösteriliyor. Ucuz medya  kopyası gibi hareket eden ergen taraftarlar var.  Takım Cumhurbaşkanlığı maçı oynuyor, "Hedef maçı kaybedersek biteriz". Prag'a deplasmana gidiyoruz "Geçen sene deplasmanda galip gelememiştik bizim için Hedef maçı!!" Hadi yeniyoruz ordan geliyoruz, "Prince oynamayacak UMMC bizim rakibimiz yenersek mesaj veririz hedef maçı!" Onu bitir, koş Macaristana  "iki defa deplasmanda galip gelmeyeli 3 yıl oldu yenersek deplasman fobisini kırarız hedef maçı" koş Paris'e, "13 saat yolculuk yaptılar kızlar için karakter sınavı olacak mesaj vermeliyiz!!" derken kızlarımızın üzerine iyicene yük bindirdik.Bir takımın sezon başında hatta tüm sezon boyunca bu kadar hedef maçı olmaz. Kimse durumun farkında değil. Kızlara baskı yapıyoruz ama anlamıyoruz. Tabii ki Cumhurbaşkanlığı maçı hedef maçıydı. Çünkü o kupayı alırsan lig ve EL'deki önemli bir rakibine mesaj veriyorsun. Ama diğerleri bizim için reel anlamda bir şey ifade etmeyen sadece antrenman maçından hallice olan maçlar. Ne oldu Ros Casares'e yenilince şampiyonluk iddiamız mı bitti? UMMC'yi yenince onları bitirdik mi? Bıraktılar mı EL hedefini? Kendi kendimizi kandırıp kızlarımıza gereksiz stres yüklüyoruz. Son Ros Casares maçını kaybedeceğimiz, Tarsus maçından belliydi. Kızların yüzü gülmüyordu. Hepsi mental yorgunluk yaşıyordu. Tina her molalardan en son kalkıyordu Çünkü mental yorgunluk, fiziksel yorgunluğu en rahat tetikleyen olgudur. Şimdilerde taraftar diyor ki 1. olamayacağımıza göre 4. veya 5. olalım 1. ile aynı grupta olalım :)) E tüm maçlarımızı kaybedersek 8. olup gene 1. ile aynı grupta olabiliyoruz. O zaman bu heyecan bu panik neden?

 Ben basketbol şubesinin yerinde olsam Takımı kenara çekerim, Başta Tina olmak üzere hepsine "FB maçını kazanırsak sıra ile 5'er gün izin vereceğiz size" derdim. Çünkü ne yazık ki kulüp idarecilerinin basiretsiz veya iş bilmez tavırları takımın mental dinlenmesine imkan vermiyor. Misal takım Prag'a maça gidiyor ama ertesi gün dönüyor Prag deplasmanından. Prag neresi? İstanbul'dan günde 250 uçağın kalktığı ve indiği bir şehir Prag. Kadın takımının maçı TSİ 21:00 gibi bitmiş olmasına rağmen o gece İstanbul'a dönecek bir uçak bulunamadığından kızlar ertesi gün akşam üzeri dönüyorlar deplasmandan. Yani mental olarak dinlenebilecekleri özel hayatlarını yaşayabilecekleri o 1 gün, kızların kamp ortamında beraber yaşaması ile sonuçlanıyor. Ardından Macaristan deplasmanı oluyor aynı şeyler burası içinde geçerli. Paris Bourges deplasmanını hiç anlatmıyorum. Yani kızların mental dinginlik sağlayacağı o 1 gün ellerinden alınıyor. Mental dinginlik derken gidip barda clup'da eğlenmelerini kastetmiyorum. Evde makarna yapmaları, Play Station oynamaları bile farklıdır kamp ortamında yapmak zorunda kaldıklarından. Bunu sağlayamadığımıza göre hocanın bu anlamda kendisinin takım içinde bu mental dinlenmeyi sağlayacak girişimlerde bulunması gerekiyor (ki var olan bu süreçten hocanın suçlu olmadığını biliyorum). Bourges maçının saatinin Yerel saat ile 4 de sonra 5 de olduğunu söyleyen ve takımın buna göre uyku yemek ve antrenman programı yapmasına sebep olan idarecilerimiz var. Takım TSİ 18:00'da salonda maç var diyerek salona geliyor ama maç TSİ 20:00'da başlıyor. Yani mental yorgunluğa bindikçe biniyor. Bunların devam etmesi takımda iç  huzursuzluğu daha da arttıracaktır. Zaten sağolsun bu sürece hiç iyi katkı vermeyen sözde taraftarlar da var. Takımda bu karmaşayı önleyebilecek olan Işıl, Bahar, Gülşah gibi oyunculara forum ve sosyal medya ortamlarında saçma eleştiri yapmayı görev bilenler bulunmakta. Y.Begüm Dalgalar'ın, Şaziye'den, Gülşah'dan daha iyi olduğunu düşünen insanlar var. "Şaziye gitsin, Begüm gelsin" deniyor. 

Şöyle anlatayım. Bu ülkede Kadın basketbolunda yerli anlamında 30 kadar iyi oyuncu var. Milli takım yazın Antalya'da 20 kadın basketbol oyuncusu ile kamp yaptı. Begüm o kadroda yoktu. Ve buna rağmen -Begüm daha iyi Şaziye'den- diye çıkan, GS'a hiç bir faydası olmayan eleştirilerle kişisel matürbasyonlarını yapan taraftarlar bulunmakta. Ya da Melisa iyi bir devşirme değil o gitsin KASKI'deki Bahar'ı alalım diyenler var :)) Yahu zaten uzun rotasyonumuz sıkıntılı. Siz o  rotasyona giren Melisa gitsin, yerine 3 numarada oynayan Bahar gelsin, diyorsunuz. Bir bakalım takımda 3 numarada kim varmış? Alba-Dee-Gülşah-Şaziye hatta sıkışırsak Bahar Çağlar :)) Takımın en kalabalık oyuncu kadrosunun bulunduğu mevkiye bir de devşirme hakkımızı kullanalım Bahar gelsin. Basketbol atla deve değildir, bir matematiğe dayanır. Homojen kadro bunun ilacıdır. Ros Casares'e yenildiğimizde  "Alba ve alınacak bir avrupalı uzunla işler düzelir" demek hurafeden öte bir şey değildir. Takımınızın bir sistemi ve tüm oyuncuların katıldığı bir düzen yoksa, bir iki oyuncunun eline bakıyorsak, Alba veya gelebilecek avrupalı uzunun takıma katacağı bir şey olmaz. Ros Casares'e o kadar ribaunt vermeyiz, maç 46-66 biter değişen olmaz. Bu yüzden yapılması gereken ilk iş, takımın oyuna ortak olması sağlanmalı, takım içinde alternatif şutörler yaratılmalı ve maç ne olursa olsun 30 dakikadan fazla süre hiç bir oyuncuya verilmemeli. Normal sezonda 36-37 dakika süre verdiğin oyunculara Play Offlarda 40 dakika vereceğin kesin demektir. Bu da ne demek? Geçen seneden ders alınmadığı anlamına gelmez mi? Sylvia ve Bahar'ı, Kayseri ve FB serilerinde 40'ar dakika kullanıp  eritmedik mi?

Çok uzatmak istemiyorum. Galatasaray Kadın basket takımı ile ilgilenen idareciler işin feodal kısmında çok ilerleme sağlamış. Birbirlerinin hatalarını ört bas edip hataları gizlemek takım üzerinde farklı kanallardan baskıyı arttırıyor farkında değiller. Ceyhun hoca desen, Tina-Dee endexli oyununa devam ederse, takımdaki diğer oyuncuların özgüvenini iyice bitirecek. Bu arada Dee-tina'nın da üzerindeki baskıyı arttıracak. Özellikle Dee gibi Winner kalıbında olan oyuncular, o baskı sonrası olumsuz performansları ile daha çok hırs yapacak daha çok ve yanlış şutlara dönecek ve takımın dengesini bozacak. Prince'e kesinlikle önlem almak gerekiyor. Oyun kurmak yerine -alan bulayım potaya gideyim- saplantısından kurtulmalı. Bir PG, bilmeli ki hücumda sağdan sola, soldan sağa yapacağın 5-6 pas rakip savunmayı yıpratacaktır. Konsantrasyonları azaldığı an da gerekli hamle yapılır, içeriden ve ya dışarıdan ama böyle her topu eline aldığımızda yapacağımız driplingler, rakibin seni çözmesini kolaylaştırdığı gibi seninde aşırı yorulmana ve maçın sonunu getirememene sebep olur. En azından bu silahı rakibe göre ayarlamak gerekiyor.

Pazar günü FB ile Caferağa spor salonunda bir maç oynayacağız. İşte bu maçta Prince'in o driplingleri faydalı olacaktır. FB'nin en zayıf karnı, savunma yapmayan PG'lere sahip olması. Ne Birsel, ne Esmeral, ne de (oynamayacak gerçi) Babkina savunma yapan oyuncular değiller. Prince gibi şutu iyi olan PG'ler için bulunmaz nimettir bu takımlar. Caferağa'da Prince'in önderliğinde, çok iyi bir maç çıkaracağımızı düşünüyorum. Maçtaki bence en kilit oyuncularımız Prince ve Bahar olacaktır. Zira Bahar ile eşleşen Nevriye, Bahar'ın genç-diri ve hızlı ayaklarına karşı ilerleyen yaşı ve bel rahatsızlığı nedeni ile yavaş kalıyor. Bahar'ın topu aldığında içeri kat etmesi onu engellemeye çalışacak Angel'i de yoracaktır(ki Nevriye'nin yetişebileceğini sanmıyorum) Öte yandan Tina'nın, maçı "hedef maç" seçmesi halinde Matoviçe hız, Tamaneye karşı da güç anlamında avantajı olacaktır. Dee için önemli bir maç listesinde olduğundan onu bu maç öznelinde tartışmaya gerek yok. Rotasyona başlandığında Şaziye'nin oyunda, şutu ile bulunması, rakibin alması gereken önlemleri arttıracağından 3. çeyrek ile birlikte GS'ın oyunu hakimiyeti altına alacağı bir maç olacaktır. Bu anlamda takımın Prince'e ve onun oyunda olmadığı anlarda Dee'ye topu verip pota altını boşaltıcı, rakip uzunları potadan uzaklaştırıcı oyunlara girmesi yararlı olacaktır. Işıl'dan ve Gülşah'dan gelecek sayılar, gerçekten extra olacaktır. Işıl uzun zaman sonra rahat oynayacağı bir maça çıkacak. Çünkü yıllardır oralarda ona maç başından başlayarak küfür edenler, artık okları Dee'ye çevirecektir (Dee'nin bunu anlamayacağı da kesin) Sonuç olarak, Pazar günü kızlarımız hedef maçlarını kazanıp FB'yi kaosa atacaklardır. Ondan sonra umarım bu kızları dinlendirme imkanımız olur.

Teknik Kadro, Taraftar, Yönetim. Hepimizin tek yapması gereken, bu kızların oynadığı oyundan zevk almasını sağlamak. Oyundan zevk aldıkça oynadıkları, bir çok defa ispatlandı çünkü...