Basketbol erkek milli takımımız dün yaptığı final maçını kaybederek, gümüş madalyayı almaya hak kazandı. 15 gündür bir mağarada yaşıyor olsam, bu sonuca inanamaz ve müthiş mutlu olurdum. Ama ben 15 gündür buradayım ve turnuvayı takip ediyorum. Kimse bu sonuçla mutlu olmamı beklemesin. Zaten benim gibi düşünen 75 milyon vardı. Kapı zili çalsa oynayan. Havaya ateş etmek, Araba kornalarına basa basa EEeeeennnnn Büüyüüüüeeekkkk diye bağırmak için fırsat kollayan yurdum insanı da dün maçdan sonra çok sessizdi. bunun nedenlerini ve şu turnuvayı irdelemek gerekiyor biraz.
Aslında neresini tutarsak tutalım elimizde kalıyor. Önce turnuvanın takvimini eleştireceğim ama tüm konular biribiri ile bağlantılı. Daha önceki yazılarımı takip edenler bilir, Turgay Demirel'in bu turnuvada Türkiye'nin başarılı oalcağına dair en ufak bir ümidi olmadığı için "biletlerden voleyi vurayım, beni tribünlerde eleştirecek türde insanların maça gelmesini engelliyeyim" gibi bir çabası en baştan belli oluyordu. Zaten Türkiye'nin şampiyon olacağını yada final oynayacağını düşünmediğinden, turnuva fixtürünü de ayarlamayı düşünmediler.
Kimse itiraz etmesin "Turnuva fixtüründe ne var?" diye. 2006 turnuvasının fixtürüne baktım. Yarı finaller 1 eylülde. 3.lük maçı 2 Eylül'de ve Final ise 3 Eylülde yapılmış. Yani yarı finaller sonrası takımların motivasyonları için 1 gün ara verdirilmiş final için. Çeyrek finaller sonrası bir gün ara verenler, Finallerden önce o arayı çok görmüşler. Tabii ben yanlış biliyorum Çeyerk final daha önemlidir Finalden. Düğünlerde Çeyrek altın taka taka Çeyreğin daha önemli olduğunu düşünmeye başlamış sanırım TBF başkanı. Ya da Ülke milli takımının en fazla yarı final göreceğini düşündüğünden, çeyrek finalle yarı final arası bir gün ara vermesine rağmen final bizim işimiz değil demiş ve o arayı verdirememiş fixtürde. "Zaman yokdu" da denmesin. Grup maçları esnası, bazı günler 6 maç, bazı günler 12 maç oynandı. İşte grup maçlarında fixtür sıkıştırılabilirdi. Ya da Çeyrek finaller sonrası değil de Yarı finaller sonrası verilirdi o ara.
Bu arada 1. yarı final maçını Türkiye-Sırbistan, 2. yarı final maçını ise Amerika-Litvanya'nın oynaması gerekirken, yayıncı kuruluşumuzun sırf daha fazla rating kazanmak uğruna, milli maçlarımızı 21:30 da oynatıp Amerika'nın bizden 4 saat daha erken yatağa girmesini sağladığını da eklemek istiyorum. Böylelikle bir gün sonraki maça hazırlanan sporcularımız, 4 te yatağa girerken, o sırada Durant'ler kim bilir kaçıncı rüyalarını görüyorlardı.
Biz gene Müthiş başarılı (!) TBF başkanına dönelim. Sayın başkan'ın Türkiye ile ilgili hiç bir planlaması yoktu. Dedik ya -taraftar gelmesin kötü sonuçlarda ben eleştirilmeyeyim bu yüzden parası cukkası sağlam adamları doldurayım tribüne. Onlar ses çıkarmaz ama bana da ses çıkarmazlar- anlayışı ile bilet satışını organize etti. Fakat takımımıza bir baktı, onun beklediği gibi bir durum yok. Takım iyi yolda. O zaman panik haliyle tribün gruplarına bilet verdi açıktan. Bunun sonucu Beşiktaş'ın Çarşı tribününe 500 bilet verdi. Bu adam nasıl TBF başkanı? Beni hayal kırıklığına bir kez daha uğrattı. Bu adam ligde hiç maçlara gitmiyor mu? Çarşı da o bileti alanlar hayatlarında kaç defa basket maçına gitmişler? Dahası Beşiktaş 2000 kişilik salonda bu sene 150 kişiye basket oynadı, bundan haberi yok mu? Onu geçtim, geçen sezon tüm Türkiye'nin bildiği gibi Galatasaray seyircisinin takımına nasıl katkı verdiği bilinirken, önlerinde (ki Kupayı Turgay Demirel vermişti) FIBA Euro Cup bayanlar finalindeki gibi yaratılan atmosfer gibi bir örnekde varken, nasıl ve hangi mantıkla Çarşı'ya bu biletler verildi? Futbol ile Basketbolda tribün aktivitesi ve tezahurat biçimleri aynımıdır Sayın Demirel?
Bütün bunlar yetmezmiş gibi turnuvanın başından itibaren başta FIBA ve Yabancı gazeteciler olmak üzere herkesin hayranlığını kaznan gönüllülerin büyük kısmının görevine son verildi final günü. Ki daha fazla bileti birilerine peşkeş çekmek için. Tabii Türk basketbolunun geleceği Demet Akalın, Uğur Dündar, Şahan Gökbakar, Deniz Seki, Emel Sayın gibi ünlülerde olduğunu benim yarım aklım nasıl bilecek. Onların Çile bülbülüm , 3 dileğim var'lı çığlıkları daha fazla etkilerdi Amerikalıları.
Oysa yapılması gereken basit şeyler vardı. Salonun zaten bir pota arkası basına ayrılmıştı. Bir tribünün tamamını altlı üstlü VIP tribünü yapardınız bu ünlüleri de orada ağırlardınız (gerekirse fahiş bilet fiyatları ile) Ama bir pota arkası ile TV çekiminin yapıldığı tribünün karşı tribününü altlı üstlü taraftara açardınız. Böylelikle sahaya etki eden bir tribün oluşturulabilirdi. Basketbol, seyircinin oyuna en çok etki ettiği spordur. Orada ses cümbüşü yaratırsanız, üçlük deneyen rakibin elini titretirsiniz. Ve bu enerji öncelikle alt kattan başlar. Sizler ise alt katları izole ettiniz, şakşakçı insanlarınızla ve bir ülkenin Dünya Şampiyonu olma hayallerini elinden aldınız. Şimdi sizinle bağdaşık yaşayan kişiliksiz, silik yönetim yapısı ile NTV yayın grubu bu dereceyi başarıymış gibi insanların gözüne sokmaya çalışacak. NTV'nin silikliğini, kişiliksizliğini, Kaan Kural'ı yayına bile çıkartamayarak gösterdiğini daha önce söylemiştim. Bu eleştiriler çok fazla geldi ki bir zahmet, daha sonra 3-4 dakikalık konuşma yapmasına izin verdiniz Kaan'ın. Tabii Murat Murathanoğlu soru sorup her pası attığında Kaan'a, "Turgay Demirel ve Tanjevic büyük iş yaptı" demeyi de ihmal etmedi. (yani psikolojik olarak susturarak başlattı Kaan'ı). TBF'nin Onu diğer eleştiren Bilgin Gökberk'in akreditasyonunu bile iptal ettiğini ve tekrar akredite olamaması içinde elinden geleni yaptığını zaten biliyorsunuz.
Yazılacak çok şey var ama uzun yazıların sıkıcılığını ve okunmadığını bildiğimden, olabildiğince kısa yazmaya çalışıyorum. Bir sonraki yazımda Tanjevic'in neden başarısız olduğunu, başarılı sayılamayacağını anlatacağım. Tabii oyuncularımızın da hatalarını. Bu konuda yorumlarınızı bekliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder